Okul Öncesi Eğitiminde Program Okur Yazarlığının Önemi

Dr. Nadir Çomak

Çocukların hayata hazırlanmasında hayati bir yeri olan okul öncesi eğitiminin başarılı bir şekilde yürütülmesi ile program okur yazarlığı arasında sıkı bir ilişki vardır. Çünkü eğitim programı, çocuklara hangi kazanımların, nasıl, ne kadar ve ne zaman kazandırılacağını ve nasıl değerlendirileceğini belirleyen bir çerçeve sunar. Bu nedenle hem okul öncesi öğretmenleri hem okul öncesi kurumlarında görev yapan yöneticiler hem de ebeveynler program okur yazarlığı konusunda yeterlilik kazanmalıdır.

Okul öncesi eğitimi, çocukları hayata hazırlayan en önemli eğitim kademesidir. Çocukların beden, zihin ve duygu gelişiminin sağlıklı bir şekilde tamamlanması okul öncesi eğitimin en önemli amaçlarındır. Çocukların iyi alışkanlıklar kazanması ve ilkokula hazırlanması programın en baştaki öncelikleri arasındadır. Ayrıca toplumun farklı ekonomik, sosyal ve kültürel kesimlerinden gelen çocukların kaynaşması açısından ailelere ve çocuklara önemli kazanımlar sunar. Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel kullanması açısından da okul öncesi eğitiminin katkısı tartışılmaz. Okul öncesi eğitiminin en temel ilkelerinden birisi çocukların farklılıklarını dikkate almasında gizlidir. Her çocuk biriciktir ve özeldir ve her çocuğun kişilik özellikleri ile sahip olduğu beceriler ayrıca dikkate alınmalı ve geliştirilmeye çalışılmalıdır. Bu amaçla okul öncesi eğitim kurumlarında çocukların bilişsel, duygusal ve motor becerilerinin geliştirilmesine yönelik olarak öğrenme merkezleri oluşturulmuştur. Bu merkezler çocukların ilgisine ve seçimine göre belirlenir.

Sabah okula gelen her bir çocuk öncelikle öğretmeni tarafından güler yüzle karşılanır. Bütün öğrencilerin katılımıyla çember saatinde çocukların duygu ve düşünceleri alınarak çocuklar bir gün boyunca hangi etkinlikleri yapacakları ve nasıl vakit geçirecekleri konusunda motive edilir. Çocukların motivasyonu o günün verimli geçmesi için son derece önemlidir. Bu nedenle öğretmenleri çocuklara güler yüzle ve tatlı dille davranarak çocukları o gün yapacakları etkinliklere ısındırmaları önem taşır. Aynı şekilde okul öncesi kurumu yöneticileri de öğretmenin motivasyonunu artıracak etkili bir iletişim kurmanın yollarını aramalıdır. Bu bakımdan okul öncesi eğitim kurumu yöneticilerinin program okur yazarlığı konusunda yeterliliklerinin artması beklenir. Çünkü okul öncesi bölümlerinden mezun olan öğretmenlerin program okur yazarlığı bilgisi olduğu için yöneticilerinden de kendilerini motive edecek ve liderlik yapacak bir eğitim ve öğretim liderliği beklemektedirler. Özellikle okul öncesi bölümünden mezun olmayan kurum yöneticileri ile öğretmenler arasında bu sebepten kaynaklanan iletişim sorunları yaşanabilmektedir. Demek ki öğretmen ile çocuk arasındaki iletişim kalitesini etkileye faktörlerden en önemlisi de okul öncesi eğitim kurumu yöneticilerinin tutum ve davranışlarıdır. Kurum yöneticilerin bu bakımdan program okur yazarlığı konusunda yeterlilik kazanması öğretmenlerle, ailelerle ve çocuklarla kuracakları iletişime olumlu katkı sağlayabilir.

Okul öncesi eğitim programı çocukların bilinenden bilinmeyene, yakından uzağa ve kolaydan zora ilkesine göre hareket edilmesini esas almaktadır. Böylece çocukların yaşadıkları yeri keşfetme alışkanlığı kazanmaları dünyayı yakından uzağa doğru tanımalarına önemli katkı sunar. Her gün geldiği yolun çevresini inceleyen bir çocuk gelip gittiği yolları tanımaya başlar. Böylece yavaş yavaş bir mekân algısı oluşturur. Sokakları, evleri, köprüleri, okul binasını, parkları ve bahçeleri, trafik işaretlerini, hava durumunu tanımaya başlar. Programın bu özelliğinin okul yöneticisi tarafından bilinmesi öğretmenlerin yakın çevrelerinden başlayarak alan gezileri yapmalarında kolaylık sağlar. Çocukların sürekli sınıf içi etkinliklerle uğraşması yanında okul bahçesinde açık hava etkinlikleri yapması da yakından başlayarak çevrelerini ve gerçek dünyayı keşfetmeleri için önemli bir kazanım sağlayacaktır.

Okul öncesi eğitiminde en önemli eğitim araçlarından birisi de oyundur. Çocuklar oyun etkinlikleri ile hem kendi beceri ve yeteneklerini keşfeder hem de arkadaşlarıyla iletişim kurar. Oyun sırasında çocuklar arkadaşlarıyla duygu ve düşünce paylaşımında bulunur. Arkadaşlarını daha iyi tanıyan çocuk oyun sayesinde sosyalleşir. Farklı arkadaşlarını gördükçe bilişsel ve duygusal olarak gelişir. Özel gereksinimi olan çocuklarla kaynaşmak için de oyun önemli bir katkı sunar. Bu nedenle etkinliklerin oyun merkezli olarak planlanmasına özen gösterilmelidir. Program okur yazarlığı konusunda farkındalık kazanmış olan kurum yöneticilerinin etkinlik planlaması yapılırken gerekli olan ders araç ve gereçlerinin temin edilmesinde daha istekli davranması beklenir. Çünkü öğrenme merkezleri ne kadar zengin ve nitelikli araç ve oyun materyalleriyle donatılırsa etkinliklerin kalitesi artacaktır. Araç gereç sıkıntısı çekmeyen öğretmenler de kendilerini anlayan bir eğitim liderlerinin olmasından dolayı son derece mutlu olur.

Öğretmenler çocuklarla iletişim kurarken çocukların kişiliğini zedeleyici bir şekilde iletişim kurmamaya özen göstermelidir. Bu nazik ve nezaketli iletişim yalnızca çocuklarla kurulacak iletişimde değil okul yöneticilerinin öğretmenlerle kuracağı iletişimde de dikkate alınmalıdır. Aynı şekilde ailelerle kurulacak iletişim de son derece önemlidir. Çünkü okul öncesi eğitiminde aile katılımı ve eğitimi eğitim faaliyetlerini tamamlayan bir sacayağı niteliğindedir. Okul yöneticilerinin ve öğretmenlerinin ailelerle kuracağı iletişim bu bakımdan dikkate alınmalıdır. Program okuryazarlığı, okul yönetimine ve çocuklarının eğitimine katkılarının artmasında aileler için de önemli bir tutmaktadır. Program hakkında bilgisi olan ebeveynler hem çocukları ile hem de öğretmenleri ile daha sağlıklı iletişim kurabilir. Ailelerin yaşadığı çevre özelliklerinin göz önünde bulundurulması eğitim kalitesi açısından göz önünde bulundurulmalıdır. Ebeveynlere rehberlik yapmak için hem okul yöneticilerine hem de okul öncesi öğretmenlerinin birtakım sorumlulukları bulunmaktadır. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi için program okur yazarlığı fark oluşturan bir yeterlilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Okul öncesi programı hakkında geniş bilgiye https://tegm.meb.gov.tr/dosya/okuloncesi/ooproram.pdf adresinden ulaşılabilir.

Akıllı Su Yönetimi

Dr. Nadir Çomak

Giriş

Bir su molekülü (H2O) iki hidrojen atomu (H) ile bir oksijen atomunun (O) birleşmesiyle meydana gelir. Dünya temel olarak üç farklı üniteden oluşur. Bunlar, taş küre (toprak küre-yer küre), su küre ve canlılar küresi olarak bilinir. Su küre deniz ve okyanuslardaki tuzlu su ile göl, akarsu ve yeraltı sularındaki tatlı sulardan oluşur. Suyun sıvı, katı (buz) ve gaz (buhar) olmak üzere üç hali vardır. Su küre sürekli bir döngü halinde çalışan bir sistemdir. Güneş enerjisinin etkisi ile ısınan sular buharlaşır ve yükselerek bulutları oluşturur. Yükseldikçe sıcaklık miktarının düşmesi ile süblimasyon çekirdekleri (toz zerreleri) etrafında damlacıklar haline gelip ağırlık kazanan su yağış olarak yer yüzüne düşer. Yağışın çeşidini suyun sıcaklık derecesi belirler. Bulutların bulunduğu yükseltiye göre sıcaklık miktarı düşer ve yağışlar yağmur, kar ve dolu gibi farklı isimler alır. Yağış olarak yer yüzüne düşen sular bu şekilde sürekli olarak doğal bir çevrim halinde hareket eder. Yer yüzüne düşen yağışların bir miktarı yer altına sızarak yer altı sularını oluşturur. Bir miktarı kuzey ve güney kutup bölgeleri ile yüksek dağlarda buz halinde depolanır. Bir miktarı da akarsular halinde akışa geçerek göl ve denizlerde birikir. Doğal ortamlarda su döngüsü bu şekilde işlemeye devam eder. Fakat insanlar tarafından doğal çevrenin değiştirilmesi ile suların doğal çevrim dengesi bozulmaktadır. İklim değişikliklerine neden olan küresel ısınma ve atmosferde bir sera etkisi yapan zararlı gazların birikmesi başta buzulların erimesi olmak üzere iklim dengesini bozmaktadır. Ayrıca beton zeminler ve binalar ile kapatılan doğal ortamlara düşen sular normal bir su döngüsünü sağlamak için yer altına kolaylıkla sızamaz. Böylece hemen akışan geçen sular taşınarak göllere ve denizlere ulaşır. Bu nedenle yer altı sularının beslenmesi konusunda önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Modern şehir hayatının su döngüsünü olumsuz olarak etkilemesi nedeniyle akıllı bir su yönetimine ihtiyaç vardır.

Suyun Önemi

Dünya üzerindeki canlı yaşamı suya bağlıdır. “Dünya’da mevcut su miktarı yaklaşık 1 400 milyon km3’tür. Bu suyun büyük bir kısmı olan %97,5’i okyanus ve denizlerde bulunan tuzlu sudur. Geriye kalan %2,5 oranındaki tatlı suyun tamamına yakını Antarktika ve Grönland gibi kutup bölgelerinde buz örtüsü halinde ve yeraltı sularında depolanmıştır. Bu kaynaklarda depolanmış tatlı su toplamın yalnızca %0.26’sını oluşturmaktadır. Dünyadaki yenilenebilir nitelikte ve sürdürülebilir bir şekilde fiilen kullanıma sunulabilir özelliğe sahip sular toplam su miktarının %0.007’si mertebesindedir. Bu miktar yaklaşık 100000 km3 olarak telaffuz edilebilir. Dünyadaki tatlı suların yaklaşık %29,5’ini oluşturan ve irili ufaklı rezervuarlarda bulunan yeraltı sularıdır. İnsan vücudunun %65’i ağaçların ortama %50’si sudan oluşur” (ÇŞB, 2021). Su olmadan hiçbir canlının hayatını devam ettirmesi imkansızdır. Bu nedenle temiz su kaynaklarının beslenmesi kadar kirliliklerden korunması da bir o kadar önemlidir.

Dünya’nın birçok yerinde temiz içme ve kullanma suyuna ulaşma noktasında sıkıntılar yaşanmaktadır. “Birleşmiş Milletler Dünya Su konseyi (UNCWW), Dünya Kaynakları Enstitüsü (IWR) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi kuruluşlar 1950’lerde yalnızca birkaç ülkenin su sorunu bulunduğunu, 1990’larda 300 milyon insanın yaşadığı 26 ülkede susuzluk çekildiğini, 2050 yılında ise dünya nüfusunun 2/3’ünün yaşayacağı 66 ülkede, şiddetli su sıkıntısının görüleceğini belirterek küresel su krizinin işaretlerini vermektedirler” (ÇŞB, 2021). Belki de bu durum su krizleri gelecekte en önemli savaş sebeplerinden birisinin de suyun paylaşımı yüzünden olacağına işaret etmektedir. Nitekim bugün de savaşların önemli sebeplerinden birisi temiz su kaynaklarının olduğu yüksek bölgelere sahip ülkeler ile suyun aktığı ve denizlere ulaştığı alçak konumdaki bölgeler ve ülkeler arasındaki gerilimlerdir. Mezopotamya bölgesi ile Suriye ve İsrail arasındaki Golan tepeleri krizi ve Kıbrıs adasındaki su krizi buna örnek olarak verilebilir.

“Dünyada kişi başına su tüketimi yılda ortalama 800 m3 civarındadır. Dünya nüfusunun yaklaşık %20’sine karşılık gelen 1,4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksun olup, 2,3 milyar kişi sağlıklı suya hasrettir. Bazı tahminler, 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insanın su kıtlığı ile yüz yüze geleceğini göstermektedir. FAO (Food and Agriculture Organization) ya göre, 1995 yılında su kıtlığı ve su stresi yaşayan nüfusun dünya nüfusuna oranı sırası ile %29 ve %12 iken, 2025 yılında bu oranlar %34 ve %15 e yükselecektir” (ÇŞB, 2021). Bu veriler bize göstermektedir ki suyun kullanımında israftan kaçınmak keyfi bir tercih değil adeta bir zorunluluk haline gelmek üzeredir. Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı 216 litre olarak hesaplanmıştır (WWF-Türkiye, 2020). İklim değişikliklerinin etkisi ile dünya genelinde sıcaklık değerinin bir iki derece artması bile hava olaylarının alışılmışın dışına çıkmasına yetmektedir. Türkiye de yağışların azalması ve kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle bilinçli su kullanımı ve suların kirletilmekten korunması son derece önemlidir. Bununla birlikte hem kırsal kesimde hem de şehirlerde akıllı bir su yönetim stratejilerinin uygulanmasına ihtiyaç vardır.

Yağmur Hasadı Ne Demektir?

Tarihimizde yağmur depoları ve kar depoları su depolamada kullanılan örnek uygulamalardandır. Örneğin Beyşehir’de bulunan ve bir Selçuklu eseri olan Eşref Paşa camiinin ortasında bulunan kar kuyusu, Mevlâna camiinin bahçesinde bulunan yağmur kazanları, Piyerloti tepesinde bulunan Karyağdı babanın kar kuyuları bunlara örnek olarak verilebilir. Yağmurun yağdığı yerde emilimi sağlayıcı örtü malzemeleri ile tutularak yağmur suyundan daha fazla yararlanmayı sağlayan su yönetim modeline yağmur hasadı adı verilmektedir (WWF-Türkiye, 2020). Adeta ürün hasat eder gibi düşünülerek geliştirilen bu modele göre yağmur suyundan daha fazla yararlanmak hedeflenmiştir. Gediz havzasında uygulanan bu projeye göre toprak üzerinde akışı geciktiren ve su emilimini artıran malzemeleri kullanarak uygulanan bir su yönetim şekli önerilmektedir. Benzer bir uygulama şehir merkezlerinde de yapılabilir. Kampüslerde, okul binalarında, konutlarda, cadde ve sokaklarda yağmur suyunu depolamak ve yeniden kullanmak için yeni modeller geliştirilebilir. Bu sayede yağmur suyu biriktirilerek yeniden kullanılabilir.

Akıllı Şehir Kavramı

Yaşadığımız şehirleri dijital teknoloji çağını yaşadığımız bu günlerde akıllı yönetim sistemleri ile doğa dostu teknolojilerle donatmalıyız. “Akıllı kent geleceğe yönelik bir çevre hareketi olarak tanımlanabilir. Bu kavramdaki akıllılık terimini daha çok doğal kaynaklar, enerji, ulaşım, binalar ve yaşam koşulları ile ilgili olduğu belirtilmektedir” (Yıldız, O. Ü. S. ve Karakuş, Ö. Ü. C. B. 2019). Konut yapımı ve yönetimi ile çevre tasarımı ve planlamasında su kaynaklarını daha etkili bir şekilde yönetmek için çözümler geliştirmek zorundayız.

Sonuç

  • Eğitim kurumlarımızda suyun önemi konusu etkili bir şekilde işlenmelidir.
  • Aileler suyun önemi ve su tasarrufu konusunda bilinçli davranmalıdır.
  • Medya kuruluşları suyun önemi ve su tasarrufu konusuna sıklıkla değinmelidir.
  • Kamu kurum ve kuruluşları suyun önemi ve tasarrufu konusunda daha etkili bilinçlendirme çalışmaları yapmalıdır.
  • Yerel yönetimler akıllı şehir yönetimi ve akıllı su yönetimi konusunda daha etkili çözümler üretmelidir.
  • İklim değişimi ve küresel ısınma konusunda bilinçlendirme çalışmaları artırılmalıdır.
  • Akıllı şehir yönetimi ve akıllı su yönetimi konusunda kanun ve yönetmelik düzenlemeleri yapılarak konutlar akıllı su yönetimine göre yapılmalıdır.
  • Eğitimciler ve akademisyenler akıllı su yönetimi, yağmur hasadı ve akıllı şehir yönetimi konularında daha fazla farkındalık geliştirmek için çalışmalıdır. Bu konudaki akademik çalışmaların sayısı ve niteliği arttırılmalıdır.

Kaynakça

ÇŞB. (2021, Mart 15). Su. https://webdosya.csb.gov.tr/db/bolu/icerikler/su-20180222083149.pdf: https://webdosya.csb.gov.tr/db/bolu/icerikler/su-20180222083149.pdf adresinden alındı

WWF-Türkiye. (2020). Yağmur Suyu Hasadı. İstanbul: WWF- Türkiye. https://wwftr.awsassets.panda.org/downloads/ysh_web_ekim_2020_1.pdf?10340/Su-Dongusunu-Iylestirmek-Icn-Yagmur-Suyu-Hasadi adresinden alındı

Yıldız, Ö. Ü. S., & Karakuş, Ö. Ü. C. B. (2019) Akıllı Kentlerde Sürdürülebilir Su Yönetimi. Ejons Vı – Internatıonal Conference On Mathematıcs – Engıneerıng – Natural & Medıcal Scıences I

İklim Krizde [Climate in Crisis] Sinema Filmi mi Festivali mi?

Dr. Nadir Çomak

“İklim Krizi” isimli belgeseli  (NHK World, 2021) izlediğimde öğrendiklerimden çok etkilenip bir yazı kaleme alacağımı hiç beklemiyordum. O an öğrendiğim bilgiler bu konuda bir yazı yazmam için gerekli olan çağrışımı yapmaya yetmişti.

Belgeselde 1950 yılından bugüne kadar dünyanın sıcaklığının 1,2°C (santigrat derece) arttığı belirtilerek, buzulların erimesi sonucunda deniz suyu seviyesinin yükseldiği, gelecek projeksiyonu şeklinde animasyonlarla canlandırılarak, Tokyo’nun sular altında kalışı gösteriliyordu. Karbon emisyon oranlarının düşürülmesi için etkili çözüm yolları bulunmadığı ve acil eylem planlarının uygulamaya konulmadığı taktirde, genç nesillerin gelecekte çok ciddi iklim krizi ile karşı karşıya kalacağı uzman görüşleri eşliğinde anlatılıyordu. Çözüm olarak fosil yakıt kaynaklarının kullanımı yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması ve karbon emisyon oranlarının düşürülmesi öneriliyordu. Bu bilgilerden hareketle iklim değişikliğinin geleceğimiz için ne kadar büyük bir kriz olduğu konusunu açıklamaya çalışacağım.

İklim değişiklikleri gelecekte Türkiye’yi de ciddi anlamda etkileyebilir. Bu etkilerden bazılarını şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Orman yangınlarının frekansı, etki alanı ve süresi artabilir,
  • Tarımsal üretim potansiyeli değişebilir,
  • Türkiye, bugün Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da egemen olan daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalabilir,
  • Fauna ve flora çeşitleri yok olabilir,
  • Tarımsal üretim sistemleri, zararlılardaki ve hastalıklardaki artışlardan zarar görebilir,
  • Hassas dağ ve vadi-kanyon ekosistemleri üzerindeki insan baskısı artabilir.
  • Tarımsal ve içme amaçlı su gereksinimi daha da artabilir,
  • Kuraklık riskindeki olumsuz değişim, iklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkisini şiddetlendirebilir,
  • Yaz kuraklığının süresinde ve şiddetindeki artışlar, çölleşme süreçlerini, tuzlanma ve erozyonu destekleyebilir,
  • Özellikle sayılı sıcak günlerin (örneğin tropikal günlerin) frekansındaki artışlar, insan sağlığını ve biyolojik üretkenliği etkileyebilir,
  • Büyük kentlerde, sıcak devredeki gece sıcaklıkları belirgin bir biçimde artabilir; bu da havalandırma ve soğutma amaçlı enerji tüketiminin artmasına neden olabilir,
  • Su varlığındaki değişimden ve ısı stresinden kaynaklanan enfeksiyonlar, özellikle büyük kentlerdeki sağlık sorunlarını artırabilir,
  • Rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları üzerindeki etkiler bölgelere göre farklılık gösterecek olmakla birlikte, rüzgâr esme sayısı ve kuvveti ile güneşlenme süresi ve şiddeti değişebilir,
  • Deniz akıntılarında, denizel ekosistemlerde ve balıkçılık alanlarında, sonuçları açısından aynı zamanda önemli sosyoekonomik sorunlar doğurabilecek bazı değişimler olabilir,
  • Deniz seviyesi yükselmesine bağlı olarak, Türkiye’nin yoğun yerleşme, turizm ve tarım alanları durumundaki, alçak taşkın-delta ve kıyı ovaları ile haliç ve ria tipi kıyıları, sular altında kalabilir,
  • Mevsimlik kar ve kalıcı kar-buz örtüsünün kapladığı alan ve karla örtülü devrenin uzunluğu azalabilir; ani kar erimeleri ve kar çığları artabilir,
  • Kar erimesinden kaynaklanan akışın zamanlamasında ve hacmindeki değişim, su kaynaklarını, tarım, ulaştırma ve rekreasyon (eğlendinlen) sektörlerini etkileyebilir (Türkeş, 2000).

İklim değişikliği konusunda kilit rolün enerji sektörüne ait olduğu söylenebilir. Enerji kaynaklarının tüketilmesinden açığa çıkan karbon gazları atmosfere salınarak bir örtü tabakası oluşturup adeta bir sera gibi sıcaklıkların artmasına yol açmaktadır. “Enerji sektörü, AB’nin sera gazı emisyonlarının %75’inden fazlasından sorumludur. Bu nedenle, ekonominin farklı sektörlerinde yenilenebilir enerjinin payının artırılması, Avrupa’nın iklim nötr olma hedefini yerine getiren entegre bir enerji sistemine ulaşmada kilit bir yapı taşıdır” ifadeleriyle deklare edilerek (European Comission, 2021), AB ülkelerinin enerji politikaları konusunda gelecek hedefleri oluşturulmuştur. “Avrupa Yeşil Anlaşması ile AB, iklim hedefini artırıyor ve 2050 yılına kadar ilk iklim açısından nötr kıta olmayı hedefliyor. Bunu sağlamak için Komisyon, mevcut mevzuatı 2030 yılına kadar %55 emisyon azaltılmasına uygun hale getirmeyi taahhüt etmiştir” (European Comission, 2021). Fosil yakıtların atmosfere yüksek karbon salınımı yapmasından hareketle yenilenebilir enerji tesislerinin kurulması ve enerji üretiminin temiz enerji kaynaklarından elde edilmesi son derece önemlidir.

Türkiye’de de yenilenebilir enerji kaynakları konusunda son yıllarda yatırımlar artmakla birlikte enerji üretiminde fosil yakıtlardan elde edilen enerji miktarı ile karşılaştırmalı bir çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır. Karbon emisyonunu düşürmek için yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanma oranını artırmanın yanında, ulaşım araçlarında kullanılan yakıt türleri üzerinde de düşünmek gerektiği anlaşılmaktadır.

15 Mart 2021 tarihli bir haberde “Piller- düşük karbonlu- bir ekonominin temel sağlayıcısı, en hızlı büyüyen depolama teknolojisidir ve AB’nin 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %55 azaltma hedefini karşılamada kilit bir rol oynayacaktır” denilerek (European Comission, 2021), elektrikli araçlar için batarya geliştirmenin önemi vurgulanmaktadır.

Biyogaz ve hidrojen yakıtlarının da araçlarda ve endüstri tesislerinde kullanılması karbon emisyonunu düşürmek için son derece önemli bir çözüm yolu olarak kabul edilebilir. Rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, -tartışmalı bir konu olmakla birlikte- nükleer enerji kaynakları, dalga enerjisi gibi yenilenebilir enerji yatırımları ile temiz- yeşil- enerji üretimine öncelik verilmelidir.

İklim Değişikliği Krizinin Önlenmesinde Eğitimin Önemi

Karbon emisyonunu düşürmek ve atmosferde oluşacak olan sera etkisini azaltmak için öncelikle farkındalık çalışmalarının yapılmasına ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.

Ülkemizde karbon emisyonunu düşürmek için bireysel olarak yapılacak çok şey yok gibi görünebilir. Aynı zamanda devletlerin kalkınma planlarında etkili olmak için bireysel girişimlerin ve kamuoyu çalışmalarının ne kadar etkili olduğu göz önüne alındığında, bireylere büyük sorumluluklar düştüğünün ihmal edildiği söylenebilir. Bu nedenle gençlerin iklim değişikliği ve iklim krizi hakkında bilinçlenmesi son derece önemlidir.

Gençlerin bilinçlenmesi için de eğitimcilere, akademisyenlere ve medya kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir. Okullarımızda geri dönüşüm kültürü, enerji ve su tasarrufu konularında yapılan çalışmaların verimliliği ölçülerek değerlendirilmelidir. Sorumluluğu devlete bırakmak yerine her birey üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Dünyanın ve ülkemizin doğal afetlerden korunması ve daha yaşanabilir bir yer olarak kalabilmesi için bütün insanların üzerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Bizler öncelikle ülkemizden sorumlu olduğumuz için yaşadığımız ülkeyi daha yaşanabilir bir ülke haline getirmek için özellikle çocukların ve gençlerin iklim değişikliği konusundaki farkındalığını artırma çalışmaları yapmalıyız. Bu çalışmaların yapılmasında da eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenlere olduğu kadar ebeveynlere ve sivil toplum kuruluşlarına çok önemli sorumluluklar düşmektedir.

Daha yaşanabilir ve sürdürülebilir bir çevrede yaşamak için iklim değişikliği konusundaki farkındalığımızı arttırmalıyız. İklim değişikliği konusunda inisiyatif alacak gençler yetiştirmeliyiz.

Kaynakça:

NHK World, (2021).
https://www3.nhk.or.jp/nhkworld/ (2021 tarihinde  adresinden alındı.)

Küresel İklim Değişikliği ve Olası Etkileri. Türkeş, M. S. (2000). (s. 7-24).

Ankara: ÇKÖK Gn. Md.

European Comission. (2021, Mart 21). Renewable energy directive. https://ec.europa.eu/energy/topics/renewable-energy/renewable-energy-directive/overview_en:

Dayanıklılık, Esneklik, Çeviklik (Resilience)

Dr. Nadir Çomak

Dayanıklılık, esneklik, çeviklik olarak karşılık bulan “resilience” kavramı maddeler için kullanıldığında; “bir maddenin büküldükten, gerildikten veya bastırıldıktan sonra normal şekline dönme yeteneğini ifade ederken, insanlar için kullanıldığında; “zor veya kötü bir şey olduktan sonra tekrar mutlu olma, başarılı olma yeteneği”[1] olarak tanımlanmaktadır.

Esnek olan ağaçlar rüzgarlar karşısında salınarak esner ve dayanıklılık gösterebilir. Çimenler ve otlar ise daha esnek olduğu için fırtınalara karşı bile daha çevik bir şekilde karşı koyabilir. Keten ve pamuk ipliği dayanıklıdır. Fakat örümcek ağının ipleri daha dayanıklıdır. Plastikten yapılan ürünler ne kadar yumuşak olursa sıkıştırıldıktan sonra bırakıldığında o kadar çabuk eski haline gelir.

Herrman’a göre (2011) “resilience” kavramı, insanların hayatı boyunca yaşadıkları olumsuzluklar karşısında kişisel, biyolojik ve psikolojik direnç kaynaklarını ve uyum yeteneğini kullanarak yeni durumlara olumlu bir adaptasyon sağlama çabası ve yeniden sağlıklı bir denge haline ulaşmak için gösterdiği esneklik modeli veya esnekliği artıran veya azaltan faktörler olarak tanımlamıştır. Tarih, zorluklar karşısında sarsılsa da ayakta kalmayı başaran insanları yazar. Nelson Mandela ve Mahatma Gandi gibi.

İnsanlar için kullanıldığında ise dayanıklılık “metanet””[2] anlamına gelir. “Resilience” kavramı farklı araştırmacılar tarafından da benzer şekilde “dayanıklılık, başarılı adaptasyon, olumlu işleyiş veya yeterlilik kapasitesi” olarak açıklanmıştır (Garmezy, 1993; Masten, Best ve Garmezy, 1990) akt: (Egeland, 1993). Çocukların hayatı boyunca karşılaşacakları zorlukları ve engelleri tanımlamalarında ve aşmalarında anne ve baba tutumları belirleyici faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Egeland, (1993) fakirlik ve savaş mağduru gibi zorlukları ile yüzleşip ağır depresyon yaşayan çocuklar üzerinde yaptığı sözü geçen araştırmanın sonuçlarında anne ve çocuk arasında küçük yaşlardan itibaren iyi kurulmuş olan duygusal bağın çocuğun esneklik ve dayanıklılığındaki etkisine dikkat çekmiştir.

Öncelikle aile hayatı çocuğun yetişkinliğe hazırlanmasında çok etkilidir. Anne ve baba tutumları çocukların ileriki yaşantılarında ki engeller karşısında takınacakları tutumları belirlemelerinde etkili bir faktördür. Aynı zamanda okul öncesi eğitimi ve ilk öğretim seviyesinde çok önemli olmakla birlikte çocuğun bütün hayatı boyunca karşılaştığı eğitimcilerin tutum ve davranışlarından olumlu ya da olumsuz yönde etkilendiği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle çocukları hayata hazırlarken hem ebeveynler hem de eğitimciler çocuğun kırılgan ve hassas yapısını dikkate alarak onlara özenle davranmalıdır. Çünkü ister ailede isterse okulda verilmiş olsun, eğitimin temel amacı çocukları hayata hazırlamaktır. Bu hazırlık çocukların yalnızca başarılı olması için değil aynı zamanda mutlu olması amacına yönelik de olmalıdır.

Kimilerine göre hayat mutluluğu başarıyı getirirken başarı her zaman mutluluğu getirmeyebilir. Hayat başarısı ve kariyer basamaklarında hızla yükselmek için gece gündüz çalışan kimi insanlar yaşlandıklarını bile fark edemeyip mutlu bir yuva kurmayı ve çocuk yetiştirmeyi bile unutabilmektedir. Kariyer ve ticari başarı elbette önemlidir, aynı zamanda hayatın tümü başarıdır demek de ne kadar doğrudur?

Hayat yolları düz bir çizgiden ibaret değildir.

İnsanın hayat yolculuğu iniş ve çıkışlarla doludur. Hayat yolları sert kıvrımlara ve sert virajlara sahip olabilir. Bu yolculukta insanların yaşadığı hayat tecrübesi ile kazandığı bilgi seviyesi, yaşadığı olayları farklı şekilde tanımlamasına ve yorumlamasına yol açabilir. Her insanın bulunduğu fiziksel yükselti (kuş bakışı yüksekliği veya zihinsel kavrayış yüksekliği), baktığı açı, baktığı pencere, hatta taktığı gözlük camının rengi gibi birçok faktör yaşadığı olayları zor ya da kolay olarak tanımlamasında etkili olabilir.

Bir izci şarkısının sözlerinde belirtildiği gibi, “yollar uzun, dikenli, taşlı olsa da bastığın yer üzüntülerle dolsa da, sel çığ, ateş, önünde her ne olsa da izci gülerek yürür. Haydi, haydi, haydi, haydi, haydi, haydi, şarkı söyle neşelen.”

Epiktetos’un ifadesiyle, insan altın yüklü bir gemidir. Biz bu sözü insan altın yüklü bir gemiden daha değerlidir şeklinde de kabul edebiliriz. Bu açıdan baktığımızda insanın altın yüklerini hangi limana ve nasıl ulaştırması gerektiği sorusu aklımıza geliyor. Epiktetos bu sorunun cevabını da “mutluluk yolun sonunda değil, yolun üzerindedir” şeklinde ifade ediyor. Altın yüklü hayat gemisini kayalıklara ve buzullara çarptırmadan, korsanlara talan ettirmeden mutluluk limanına ulaştırabilmek ise tam da başta ifade ettiğimiz “resilience” kavramının anlamını hayatımızın merkezine yerleştirmekle mümkün olacaktır diyebiliriz.

Sonuç ve öneriler:

Anneler çocuklarıyla duygusal bir ahenk ve uyum yakalamalıdır.

Anneler tutum ve davranışlarını çocuklarını duygusal olarak destekleyecek şekilde düzenlemelidir.

Babalar eşleriyle duygusal bir ahenk ve uyum yakalamalıdır.

Babalar çocuklarıyla duygusal bir yakınlık ve eş zamanlı bir uyum göstermeyi başarmalıdır.

Aile ortamında eşler kendi aralarında olduğu kadar çocuklarıyla da etkili bir iletişim kurmalıdır.

Eğitimciler çocukların başarılı ve mutlu olması için olumlu, yapıcı ve cesaret verici bir dil kullanmalıdır.

Ebeveynler ve eğitimciler çocukların zorlukları ve engelleri aşması için dayanıklılık, esneklik ve çeviklik konusunda iyi birer model olmalıdır

Yazımı “resilience” kavramının anlamını çağrıştırabileceğini umduğum, yaşamamız gerektiğini düşündüğüm, güzel bir kararlılık ifadesiyle bitirmek istiyorum:

Hayat yolculuğunda başarılı ve mutlu olmak için mazeret yok.

Kaynakça

Egeland, B. C. (1993). Resilience as process. Development and psychopathology, 5(4), 517-528., 517-528.

Herrman, H. S.-G. (2011). What is resilience? The Canadian Journal of Psychiatry, 56(5), , 258-265.

[1] https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/resilience[2]https://sozluk.gov.tr/

Bir Hayalim Var

İnsan Hayalleri ve Gayreti Kadar Büyüktür

Dr. Nadir Çomak

Bir hayalim var: İnsanların ilke merkezli olarak yaşadığı, küçük menfaatler için ilkelerinden ödün vermediği bir Türkiye.

Bir hayalim var: İnsanların ışığını sevgiden aldığı, farklı düşüncelere, kişi hak ve hürriyetlerine saygılı olarak yaşadığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: İnsanların proaktif iç disiplinle evrensel doğruları yaşamaya çalışarak hareket ettiği ve reaktif olarak yaşayıp başkasının yanlış ve kusurlarını aramayan, başkasına haddini bildirmek için enerjisini boş yere harcamayan güçlü karakterli genç İnsanların yetiştiği bir Türkiye.

Bir hayalim var: Sinerjinin gücünü anlamış ve farklı dünya görüşleri olsa da içinde yaşadığı geminin batmaması için birlikte yaşama kültürünü özümsemiş, insanların huzur içinde yaşadığı bir Türkiye.

Başarının takım çalışmasında gizli olduğunu bilen ve kolektif IQ’nun önemini kavramış takımdaşların kardeşçe yaşadığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: Olayların sürekli iyi ve güzel yönünü görmeye çalışan, pozitif bakış açısı ve iç disiplini geliştirmiş bir medyanın yayın yapığı bir Türkiye. Bir hayalim var: Doğruları söyleyen değil uygulayan ve kendini yönetebilen siyasetçi ve devlet adamlarının ülkeyi yönettiği bir Türkiye. Bir hayalim var: Yaşam kalitesini sürekli artırmak için daima ve kesintisiz öğrenen öğretmenlerin ders verdiği bir Türkiye. Bir hayalim var: Öğrenme kültürü oluşturmuş şirketlerin, ailelerin ve devlet kurumlarının hayata hâkim olduğu bir Türkiye.

Bir hayalim var: Etkili iletişim becerisini geliştirmiş, birbiriyle kavga etmeyen, siyasi partilerin hizmette yarıştığı, evde, sokakta, çarşı ve pazarda barışın hâkim olduğu bir Türkiye.

Bir hayalim var: Kendisini geliştirme çabasından başkasının kusurunu aramaya fırsat bulamayan gençlerin, gazetecilerin olduğu bir Türkiye.

Bir hayalim var: Öğrencilerin sürekli olumlu ve güçlü kelimeler kullandığı, TV filmlerinde argo tabîrlerin ve şiddetin bulunmadığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: İletişim içerisinde olduğu İnsanların yaşam kalitesine her an pozitif katkı sağlamaya ve sürekli birbirine yardım etmeye çalışan esnafın ve sivil toplum örgütlerinin yaşadığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: Başkası için tenkit ve kusur müfettişi olmayan fakat kendi kusurlarını acımasızca eleştiren bir karakter yapısının hâkim olduğu bir Türkiye. Bir hayalim var: Etki sahasında çalışan ve ilgi sahasındaki yapamayacağı işleri konuşarak vaktini öldürmeyen, İnsanların kitap okumayı sorumluluk olarak kabul ettiği, kıraathanelerinde kitap okunan bir Türkiye.

Bir hayalim var: Başkalarının iyi ve güzel yönlerini aramaya çalıştıkları için İnsanların somurtmadığı, yüzünün güldüğü bir Türkiye.

Bir hayalim var: Ben olmasam bu organizasyon ve/veya ülke batar bilinciyle çalışan işçi ve memurun mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşadığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: Eğitim kalitesini sürekli artırmaya çalışan bir eğitim sisteminin işlediği, mucitlerin ve kâşiflerin yetiştiği, yeteneklerin harcanmadığı ve dahi okullarının olduğu, en az beş yabancı dil bilen İnsanların yetiştiği, Avrupa ve Amerika’dan öğrencilerin burs hakkı kazanabilmek için sıraya girdiği bir Türkiye. ..

Bir hayalim var: Evrensel doğruların yaşandığı din, dil ve ırk ayrımının olmadığı, ortak değerlerde uzlaşabilen ve dünyanın barış ve kültür merkezi olmuş bir Türkiye.

Bîr hayalim var: Doğal süreçlere göre sağlıklı yaşayan, sigara içen İnsanlarının azınlıkta olduğu için tütünlerinin tamamına yakınını ihraç eden bîr Türkiye…

Bir hayalim var: Kalp ve damar hastalıklarının azaldığı, çalışarak ve spor yaparak fazla kilolarından arınmış, hastanelerinde kuyrukların kalktığı, doktorların koruyucu hekimlik yaptığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: Ben dilini kullanan ve yalnızca düşüncelerini açıklayan, çevresini değil kendisini değiştirmeyi hedefleyen, iletişim kazalarının azaldığı ve İnsanların mutlu olduğu bir Türkiye. Bir hayalim var: Empatik düşünen bireylerden oluşan bir toplum hayatının olduğu ve sonuçta aç, fakir ve muhtaçların kalmadığı, İnsanların gözyaşı dökmediği, birbirine acı çektirmediği yardım edecek fakirin bulunamadığı bir Türkiye…

Bir hayalim var: Sorun değil çözüm odaklı sürücülerin araç kullandığı ve trafik polislerinin çok rahat çalışma ortamı bulduğu, trafik kazasına bile rastlamanın zor olduğu bir Türkiye.

Bir hayalim var: Kolaylaştıran, sevdiren ve moral puanını yükselten polis ve gardiyanların görev yaptığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: Coşkulu taraftarların taşkınlık yapmadığı ve rakip taraftarla aynı tribünde dostça maç seyrettiği, marşların ve türkülerin hep birlikte söylendiği, taraftarların birlikte halay çektiği bir Türkiye.

Bir hayalim var: Öğretmenlerin severek ve eğlendirerek öğrettiği, kaba sözün ve dayağın olmadığı:, öğrenciye özgüven veren öğretmen ve okulların eğitim verdiği bir Türkiye.

Bir hayalim var: Yıkıcı değil yapıcı, kin besleyen değil affedici ve sorumluluk bilincine ulaşmış bireylerin kardeşçe yaşadığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: Nasıl katkı sağlayabilirim, nasıl yardımcı olabilirim, nasıl sevindirebilirim, nasıl gönül ve kalp kazanabilirim, nasıl hizmet edebilirim diye güzel sorular sorabilen İnsanların gülerek ve yardımlaşarak barış içinde yaşadığı bir Türkiye.

Bir hayalim var: Öz bilinç sahibi ve özdenetim sağlayabilen, kendini içten motive edebilen, özgüven kazanmış ve başaracağına inanan, duygusal zekâsı gelişmiş, vatandaşların huzur içinde yaşadığı bir Türkiye.

Dr. Nadir Çomak, “Evimizdeki Elmaslar” kitabından alıntı.

Bu metin, Ekim 2001 tarihinde yazılmış olup, ilk olarak yazarın Öğrenme Gücü, isimli kitabında yayınlanmıştır.

Ordun Varsa Yurdun Var

Dr. Nadir Çomak

Bir milletin yaşadığı yere yurt denir. Çoğunlukla aynı topraklar (yurt) üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, millet (ulus) olarak adlandırılır (TDK). Milleti millet yapan ve bir milletin değerler sisteminin omurgasını oluşturan cevher ve öz inanç faktörüdür.  Millet olabilmek için yalnızca kuru bir toprak parçasında yaşamak yeterli olmaz. Birlikte yaşayan insanların duygu ve düşüncelerini paylaşacakları ortak bir dil kullanması gerekir. Dil birlikte yaşayan insanların kalplerinin beraber çarpmasını ve aynı hislerle üzülüp sevinmelerine sebep olan ortak simge ve semboller bütünüdür. Milleti millet yapan diğer önemli bir unsur da tarih birliğidir. Aynı yurt üzerinde uzun yıllardan beri birlikte yaşayan insanlar aynı dili kullanarak ortak bir kültür ve medeniyet oluşturur. Tarih birliği ortak değerlerin iletişim araçları ile konuşarak, yazarak, kültür ve sanatla aktarılması sonucunda insanların ortak hatıraları doğar, yetişir ve büyür. Böylece uzun yıllar boyunca aynı duyguları paylaşan, aynı acılara üzülen ve aynı sevinçlerle sevinen insanlar ortak bir duygu dili de oluşturmuş olur. Duygular bir milleti birlikte coşturur, birlikte koşturur ve birlikte ağlatır. Ortak duygulara sevinemeyen ve üzülemeyen insanlar millet olma vasfının ne demek olduğundan bihaberdir. Bir milleti millet yapan değerleri incelerken ülkü birliğinden bahsetmemek olmaz. Ortak bir ülkü ve gaye uğruna yaşamak ve ortak bir gelecek için yaşamak ve çabalamak millet ifadesinin umut aşılayan ve yaşatan itici ve çekici gücü gibidir. Aynı duygu ve düşüncelerle ortak bir gelecek için çarpan kalpler aynı heyecan ve ruh ile istikbale yürüyebilir. Aynı yurt üzerinde ortak bir dil kullanan ve asırlar boyunca yaşayan insanlar ortak bir gelenek ve görenek oluşturur. Millet olma vasfını kazanabilmek için iyi ve kötü günde, sevinçte ve tasada aynı duyguları hissetmek ve aynı şiirlerle ve aynı dualarla yakarmak millet olmanın en önemli birlik esaslarıdır. Ortak bir inanca iman etmiş insanların gelenek görenek ve değerleri de bu inanç çerçevesinde şekillenir.

Türk milleti beş bin yıllık geçmişi ile tarihe kök salmış kadim bir millettir. Türk tarihinin anıtsal abideleri olan “Orhun Kitabeleri” ve Türk Destanları bu köklü geçmişin en somut işaretleridir. 751 yılındaki Talas savaşı sonrasında Müslüman olmaya başlayan Türkler bu tarihten sonra İslam medeniyetinin en köklü devletlerini kurdu. Bu köklü Türk devletleri miras bıraktıkları kültür ve sanat eserleriyle tarihin altın sayfalarını yıldız misali nakışlarla süslemiştir. Türklerin tarihte 17 ile 36 arasında devlet kurduğu iddia edilmektedir. Bugün yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünya üzerindeki Türk devletlerinden birisi ve en güçlüsüdür.

Türk kültüründe ordu millet kavramını anlatan “ordun varsa yurdun var” sözü son derece anlamlıdır.  Bir milletin geleceğe emin adımlarla yürümesinin en önemli şartlarından birisi güçlü bir ordu sahibi olmasında gizlidir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti teknolojik yönden gittikçe güçlenen ordusu ile göz kamaştırmaktadır. Kahraman ordumuz vatanımızın müdafaası için can siparane çalışmaktadır. Bir ordu teknolojik olarak ne kadar güçlü olursa olsun o orduyu karşı konulmaz yapan kahraman askerleridir. Türk ordusunun her bir neferi kalbindeki sarsılmaz iman ile şehadet şerbetini her an içmeye hazır vaziyette bekleyen yiğitlerden oluşmaktadır. Bir vatanın temelleri şehit kanlarıyla sağlamlaşır. Şehitlik, bir milletin değerlerine değer katan en önemli manevi mertebedir. Vatanımızın her bir köşesindeki askeri birliklerde istiklal marşımızın şu mısraları duvarları süsler:
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Vatanımızı bize emanet olarak bırakan şanlı şehitlerimizin ruhu şad olsun. Bugün de vatanımızı kahramanca savunurken şehadet şerbetini içen kahraman askerlerimiz ve polislerimizin mekanları cennet, kabirleri pür nur olsun.

Doğan Cüceloğlu’nun Ardından

Dr. Nadir Çomak

Anlamlı ve coşkulu bir yaşam için savaşçı.

Doğan Cüceloğlu

Hayatıma anlam katan çok kıymetli bir insanı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyorum. “Anlam çerçevesinde yaşamak ve bu amaç için savaşmak” şeklinde özetlenebilecek örnek bir hayat geçirdi. Su gibi, hava gibi, toprak gibi, güneş gibi yaşadı. İnsanlara Toros dağlarından akan soğuk sular gibi serinlik verdi ve gönüllere hava gibi ferahlık verdi, toprak gibi önyargısız bir şekilde her insana ulaşmaya çalıştı. Mütevazi kimliğiyle gönüllerde taht kurdu. Güneş gibi oldu ve gönülleri ısıttı ve dünyamızı aydınlattı.

Doksanlı yılların başında okuduğum “Savaşçı” kitabı hayatımda önemli bir kilometre taşı oldu. Yaşamak için kıymetli bir hayat gayesinin olması ve anlamlı ve coşkulu yaşamamın ne demek olduğunu bu kitabı okuyarak bir kez daha fark etmiştim. Bilimsel gerçekleri Anadolu insanının kolayca anlamasını sağlayan örnekleriyle doğal ve samimi bir şekilde anlatması onun gönüllere yerleşmesi için yeterliydi. Yalnızca insana odaklandı, kimseyi ayırmadan ve gözetmeden her insana ulaşmaya çalıştı. Hayatı bırakmadı ve ıskalamadı. Son nefesine kadar inandığı değerler için çalıştı. Ölmeden önce 16 Şubat 2021 akşamı saat 21.00’da yapacağı söyleşinin tanıtımı Instagramda hala duruyor. Yaşadığı 83 yaşın son anına kadar inandığı değerler için durmadan çalışan bir insan.

Anadolu insanı Doğan Hocayı çok sevdi. Çünkü o, bizden birisiydi. Sıcaklığı ve doğallığı ile içimizdeydi. Onu dinlerken insan kendisi ile özdeşleştiriyordu. Sanki onu dinlerken, yörük çadırında oturan bir babanın verdiği nasihati dinler gibi sıcaklık hissediyordu insan. Sevecen ve tatlı dili ile yüreklerimizi ısıtıyordu. 11 çocuklu bir ailenin 11. Çocuğu olarak dünyaya gelmişti ve annesini kaybetmesi ile dünyada kimi kimsesiz kaldığını söyleyip göz yaşı dökmesi onun ne kadar samimi, mütevazi ve candan bir kişiliği olduğunun en güzel göstergesiydi.

İçimizde bir çocuk olduğunu öğretti bize. Hiç büyümeyen, hiç yorulmayan bir çocuk. O çocuğu keşfetmeyen ve kendisini tanımayan kişilerin başkalarını ve hayatı tanıyamayacağını ondan öğrendik. Büyümeyen çocukların bitmez tükenmez kavgalarının altında içindeki çocukların olduğunu fark ettik. İletişimin gönülden kalbe olduğunu anlatarak “yeniden insan insana” iletişim kurmamızın değerini fark etmemize vesile oldu.

Son nefesine kadar bir amaç uğruna yaşamanın ne derler diye değil ne için yaşadığını bilmekle olacağını anlattı bize. Yunus gibi, Mevlâna gibi perdenin arkasını görmeyi, yolcu olmayı ve yolun güzelliklerini fark etmeyi yaşayarak gösterdi bize. Doğan Hoca dünyada sanki cenneti yaşadığı gibi insanların da dünyayı bir cennet gibi yaşaması için çalıştı.

Çok anlamlı yaşadı, güzel ve örnek bir hayat sürdü ve gök kubbede hoş bir seda bıraktı.

Başın sağ olsun Türkiye.

Güçlü Bir Türkiye Hayali Nasıl Gerçekleşir?

Dr. Nadir Çomak

Bir ülkenin sahip olduğu zenginlikler Fiziki Sermaye ve Beşerî Sermaye olarak iki başlık altında ele alınabilir. Fiziki sermaye o ülkenin sahip olduğu coğrafi konum özellikleri ile yerüstü ve yeraltı kaynaklarından oluşur. Türkiye bulunduğu coğrafi konumu ile dünya üzerinde bir kavşak noktasında yer almaktadır. Üç kıtanın kesişme noktasında bulunan Türkiye ulaşım yollarının kavşak noktasındadır. Enerji kaynaklarına yakınlığı yanında sahip olduğu su kaynakları ile de bölgesel bir güç niteliğindedir. Türkiye sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginliklerini verimli ve etkili bir şekilde değerlendirdiği taktirde zenginliğine zenginlik katacak bir potansiyele sahiptir. Türkiye’nin sahip olduğu beşerî sermaye ise gücünü insan kaynaklarından almaktadır. Güçlü bir tarihi geçmişe sahip olması ile bölgesindeki ülkeler ile köklü tarihi bağları bulunmaktadır. Genç nüfusu ile dikkat çeken Türkiye sahip olduğu beşerî sermaye ile de göz kamaştırmaktadır. İnsan sermayesi yerine göre maddi sermayeden daha kıymetli olabilmektedir. Fakat mermer ocağındaki mermerin işlenmediği müddetçe bir kıymet ifade etmediği gibi beşerî sermaye de eğitimle şekil alıp mermer gibi parlatılmadığı müddetçe çok az kıymet ifade etmektedir. Bu nedenle Türkiye genç nüfusunun niteliklerini eğitimle artırarak stratejik gücüne güç katmalıdır. Bunu başka ülkeler başarmışsa Türkiye’de başarabilir. Örneğin Singapur, Asya’nın güney doğusunda Singapur adası çevresindeki 54 adadan oluşan bir ada ülkesidir. Yüzölçümü 648km kare (Kurt, H. 2009, https://islamansiklopedisi.org.tr/singapur) ve nüfusu 5.639.000 kişidir (www.worldometers.info:2018). Singapur’un milli geliri 1965 yılında kişi başına 2500 dolar iken bugün 55.000 dolara ulaşmıştır (Bloomberg TV, Singapur Belgeseli 15.02.2021:23.00). Yeterli tarım alanı bulunmayan ülkede otoparkların çatılarında borular içerisinde sulu tarım yapılarak meyve ve sebze yetiştirilmektedir. Singapur, ulaşım ve enerji yatırımları ile kısa zamanda büyük bir kalkınma atılımı yapmıştır.

Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra genç bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti büyük zorluklarla boğuşmak zorunda kaldı. Türkiye, birinci ve ikinci dünya savaşlarının zorlu yıllarında büyük ekonomik sıkıntılar yaşadı. Bunun yanında yaklaşık her 10 yılda bir maruz kaldığı askeri darbelerle ekonomik kalkınması kesintiye uğratıldı. Bu sarsıntılara rağmen kalkınma hamlelerini sürdüren Türkiye bugün yeniden bölgesinin askeri ve ekonomik gücü haline geldi. Türkiye 84.904.146 kişiye ulaşan nüfusu ile (www.worldometers.info:2020) gelecekte daha güçlü bir ülke olma potansiyelini taşımaktadır. Peki Türkiye bu potansiyelini kullanarak yüksek büyüme hamlesini nasıl gerçekleşebilir?

Türkiye, sahip olduğu fiziki sermayeyi gerçek bir zenginliğe çevirmek için tarihiyle ve insanlarıyla barışmak mecburiyetindedir. Ülkemizde yaşayan başta genç nüfus olmak üzere her Türk vatandaşı kendisinin birinci sınıf vatandaş olarak görüldüğünü hissetmelidir. Farklılıklara saygı çerçevesinde her Türk vatandaşı kendisini önemli ve değerli olarak hissetmelidir. Genç ihtiyar, kadın erkek fark etmeden her Türk vatandaşının ülke kalkınmasına omuz vermek için motivasyona ihtiyacı vardır. Bunun da yapılabilmesi için hiçbir kişinin kendisini dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissetmemesi gerekmektedir. Türkiye öncelikle siyasi kutuplaşmalardan kurtulmalı ve her vatandaşını bağrına basmalıdır. Kanunen yüz kızartıcı ve terör suçlarından hüküm giymiş olanlar dışında her insanın Türkiye’de birinci sınıf vatandaş olarak yaşama hakkının olduğu kabul edilmeli ve her vatandaşa hissettirilmelidir. Bütün siyasetçilerin, üst düzey bürokratların ve medya organlarının kullandığı dil yıkıcı değil yapıcı olmalıdır. Bütün Türk vatandaşlarının ülkemizin ortak değerleri etrafında toplanması, mutlu bir şekilde yaşaması ve ülke kalkınmasına canla başla çalışması için zemin hazırlanmalıdır. Bunun için de özellikle yayın organlarında kategorize edici, kutuplaştırıcı, ırkçı, radikal ve şiddet söylemleri kullanmaktan kaçınılmalıdır. Türkiye’de yaşayan insanların ortak değerler etrafında toplanması için etkili iletişim teknikleri kullanılarak kuşatıcı ve kabul edici bir dil geliştirilmelidir.

Türkiye, bölgesinde ve Dünya’da güçlü ve lider bir ülke olabilmek için fiziki sermayesini işletecek olan beşerî sermaye kaynaklarını doğru bir şekilde kullanmalıdır. Dünya’nın Endüstri 4.0 devrimini yaşadığı çağımızda, dijital dönüşüm ve gelişim, topyekûn bütün Türk milletinin kalplerinin sevgi ve heyecanla çarpmasıyla ivme kazanacaktır. Türkiye’nin bir barış ve huzur ülkesi olarak dosta güven, düşmana korku vermesinin yolu birlikten, beraberlikten geçmektedir. Genç ihtiyar bütün kalplerin toplu vurması ve onu topların bile sindirememesi için milletçe hem asgari hem de azami müştereklerde birleşmeliyiz. Devletimize, ülkemize, bayrağımıza ve insanımıza sahip çıkmalıyız.

Türkiye’nin Gençleri Ne İstiyor?

Dr. Nadir Çomak

Türkiye nüfusunun %15,6’sını genç nüfus oluşturmaktadır. Avrupa Birliği üye ülkelerinin genç nüfus ortalaması %10,7 olarak hesaplanmıştır (TÜİK, 2019). İnternet kullanan gençler oranı %92,4 olarak belirlenmiştir (TÜİK, 2019). Bu oran gençlerin küresel cazibe merkezlerinin çekici etkilerine açık olduğu şeklinde yorumlanabilir. Yani yerel etkiler ve geleneksel iletişim yolları bu gençlerle iletişim kurmak için yetersiz kalmaktadır.

Gençlerin %56,7’si Türkiye’de yaşamaktan mutlu olduğunu belirtmektedir (TÜİK, 2019). Bu sonuç aynı zamanda gençlerin %43,3’ünün mutlu olmadığı sonucunu vermektedir. Bu kitlenin mutlu olmama nedeni üzerinde bilimsel araştırmalar yapılmasına olan ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde gençlerin %73,0’ı işinden memnun olduğunu belirtmiştir (TÜİK, 2019). Bu sonuca göre de işinden memnun olmayan %27 oranındaki genç nüfus var demektir.

Habitat derneği tarafından yapılmış olan bir araştırmaya göre gelecekten en fazla umutlu olanlar yüzde 77 ile öğrencilerdir  (E. Erdoğan, 2017). Bu sonuca göre de gelecekten umutlu olmayan %23 oranında bir genç kitlenin varlığı dikkati çekmektedir Bu araştırmadan 3 yıl sonra yapılan başka bir araştırmaya katılan gençlerin %40,8’i Türkiye’de üniversitelerin iş bulmak için yeterli donanım sağladığını düşünmemekle birlikte bu gençlerin %62,5’i eğer imkân olsa yurtdışına yerleşip orada yaşamak istediğini belirtmiş (SODEV, 2020). TÜİK tarafından yayınlanan istatistiki verilere göre gençlerin %62,0’ı almış olduğu eğitimden memnun olduğunu belirtmiştir (TÜİK, 2019). Bu iki veriye göre eğitimden memnun olan gençlerin yurt dışında eğitim almak istediğine dair bir çıkarımda bulunulabilir.

Yeditepe Üniversitesi tarafından yapılan bir gençlik araştırmanın sonuçlarına göre, 18-29 yaş grubu arasındaki gençlerin %76’sı daha iyi bir gelecek için yurt dışında yaşamak istiyor. Bu araştırma sonuçlarına göre her iki gençten biri mutlu olmadığını ifade ederken, %77’si torpilin yetenekten daha etkili olduğuna inanmaktadır (Lüküslü, 2020). Gençlerin bu inancı torpili normal bir iş görme yolu olarak gören bir anlayışla çelişmektedir.

TGSP, (2018) tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre gençlerin en önemli üç sorunu, iş sahası eksikliği, eğitimde karşılaşılan sorunlar ve madde bağımlılığı olarak tespit edilmiştir. Gençlerin en temel problemi eğitim sistemindeki aksaklıklar, bitmeyen sınavlarla mücadele etmek zorunda kalmak, ailelerin beklentilerini karşılayamama, eğitim alınan konuda istihdam edinememe veya çalıştığının karşılığını maddi-manevi görememe şeklinde yaygınlık göstermektedir. Gençliğin kendini öncelikli olarak yetersiz eğitim ve işsizlik üzerinden tanımlaması, ilgili etmenlerin gençlerin yaşamını ne derece olumsuz etkilediğinin önemli bir göstergesidir (TGSP, 2018).

Yurt dışında eğitim alma konusunda yapılan bir araştırmada, imkanınız olsa yurt dışında yaşar mıydınız, sorusunda ankete katılan katılımcıların yaş grubuna göre evet cevabı verme oranı şu şekildedir: 18-24; %55,4, 25-34;%51, 25-44;%40,5, 55-64;%24,9, 65+;%18,9. Aynı soruya evet cevabını verenlerin oranı eğitim durumuna göre şu şekilde gerçekleşti: Doktora; %75,1, Yüksek Lisans; %68,2, Yüksek Okul-Fakülte: %53.6, Lise ve Dengi Meslek Okulu:% 36,1, İlköğretim: %38,1, Her hangi bir okul bitirmemiş:%18,2 (Türkiyeraporu, 2019). Bu sonuçlara göre gençler yurt dışında eğitim alma konusunda daha istekli olurken, eğitim seviyesi arttıkça yurt dışına gitme isteğinin de arttığı görülmektedir. Türkiye’den yurt dışına göç eden kişi sayısı 2019 yılında bir önceki yıla göre %2 artarak 330 bin 289 olmuştur. Göç eden nüfusun %54,6’sını erkekler, %45,4’ünü ise kadınlar oluşturdu. Türkiye’den yurt dışına giden nüfusun 84 bin 863’ünü T.C. vatandaşları, 245 bin 426’sını ise yabancı uyruklu nüfus oluşturdu (Türkiye Uluslararası Göç İstatistikleri, 2019). Bu verilerin ışığında Türkiye’de yaşayan gençlerin ne istediklerine dair şu çıkarımlarda bulunulabilir:

  1. Gençler geleceğe umutla bakmak istiyor.
  2. Gençler nitelikli eğitim almak istiyor.
  3. Gençler yeteneğin torpilden daha önemli kabul edilmesini istiyor.
  4. Gençler eğitim sisteminde yaşanan sorunlardan rahatsız olduklarını ifade ediyor.
  5. Gençler yeteneklerine uygun iş sahası istiyor.
  6. Gençler yaşanabilir bir Türkiye istiyor.
  7. Gençler anlaşılmak istiyor.

Yetişkin eğitimciler, siyasetçiler ve ebeveynler gençleri anlamak için daha fazla gayret göstermelidir. Gençler reddedici, dışlayıcı, biçimlendirici yaklaşımlardan hoşlanmıyor.

Beyin Kuruması (Küsmesi) Nedir?

Beyin Kuruması (Küsmesi) Nedir?

Dr. Nadir Çomak

İnsanlık tarihi bir yönüyle göçlerin tarihidir. Dünya’nın farklı bölgelerindeki insanların DNA özelliklerindeki benzerlikler insanların çok fazla göç ederek birbirleriyle akraba olduklarını desteklemektedir. Göçlerin tarihi insanlık tarihi ile yaşıt olduğu gibi beyin göçü kavramı da bilim tarihi ile yaşıttır desek yanılmamış oluruz. Nitelikli ve iyi yetişmiş insanların yaşadıkların yerden başka ülkeler gidip yerleşmesine beyin göçü adı verilmektedir. Beyi göçüne neden olan birtakım faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler ana hatlarıyla itici faktörler ve çekici faktörler olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. İtici faktörler beyin gücü denilen yetişmiş ve iyi eğitim almış bireylerin yaşadıkları ülkelerden ayrılıp başka ülkelere yerleşmelerine neden olan olumsuz etkiler anlamına gelir. Çekici faktörler ise beyin gücünü kendisine çeken ve beyin göçüne neden olan cazip şartları ifade etmektedir. Az gelişmiş gelişmekte olan ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik çalkantılar ve anti demokratik yaklaşımlar üstün nitelikli bireylerin göç etmesini hızlandırmaktadır. Gelişmiş ülkelerin siyasi istikrarı, ekonomik ve teknolojik gelişmişlik seviyesi, insan hakları ve demokrasi konusunda sunduğu imkanlar üstün yetenekli bireyleri kendisine çekmektedir. Dünya’da en fazla beyin göçü alan ülkelerin başında ABD gelmektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bir yana Kanada gibi gelişmiş ülkeler bile ABD’ne beyin göçü vermektedir. Türkiye ABD’ne beyin göçü veren ülkeler arasında sekizinci sırada gelmektedir. OECD ülkeleri arasında da Türkiye beyin göçü veren ülkeler arasında en fazla göç veren ülkeler arasında Jamaika ve Fas’tan sonra üçüncü sırada gelmektedir. Beyin göçü alan ülkeler arasında Amerika, Kanada, Avustralya, İngiltere, Fransa, Almanya ilk altı sırayı almaktadır.

Beyin göçü olgusunu anlatan farklı kavramalar bulunmaktadır. İnsanların yalnızca bedenen bir ülkeden başka bir ülkeye gitmesinin yanında kendi yaşadıkları ülkelerdeki küresel büyük şirketlerde çalışmaları ya da sanal olarak internet üzerinden dünyanın farklı yerindeki bir büyük şirket için çalışması gizli beyin göçü olarak adlandırılmaktadır. Beyin göçünü anlatan bir diğer kavram da beyin bolluğu kavramıdır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde o kadar bol beyin vardır ki bu yaklaşıma göre bu bolluk beyin taşması olarak tanımlanmaktadır. Taşan bu beyinler de kıymeti bilinmediği için başka ülkelere gitmek için hazır hale gelmektedir. Fakat beyin göçü kavramını anlatan asıl dikkat çekici bir diğer kavram, beyin kuruması ya da beyin küsmesi olarak nitelenen kavramdır. Gençlerin ve üstün nitelikli ve iyi eğitim almış bireylerin kendi ülkesinin siyasal sistemine duyduğu derin güvensizlik genç beyinlerinin küsmesi ile sonuçlanmakta ve küsen beyinler başka ülkelere gitmek için yollar aramaya başlamaktadır. Yeditepe Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre (Lüküslü, 2020) gençlerin %76’sı daha iyi bir gelecek için yurt dışında yaşamak istiyor. TGSP tarafından yapılan bir gençlik araştırmasında (2018) Gençlerin en temel problemi eğitim sistemindeki aksaklıklar, bitmeyen sınavlarla mücadele etmek zorunda kalmak, ailelerin beklentilerini karşılayamama, eğitim alınan konuda istihdam edinememe veya çalıştığının karşılığını maddi-manevi görememe şeklinde ifade edilmektedir.

Türkiye, dijital dönüşüm çağını yaşadığımız bu günlerde Endüstri 4.0 devrimini yakalamak zorundadır. Bu nedenle en büyük sermaye olan insan sermayesini doğru bir şekilde ülke kalkınmasına dahil etmelidir. Genç ve üstün nitelikli gençlerin mutluluk seviyesini artırmalı, ülkemizin yaşanılabilir ve tercih edilebilir bir ülke olması için yaşam memnuniyeti standartlarını yükseltmelidir. Türkiye’nin hiçbir ferdini küstürme, ötekileştirme ve uzaklaştırma lüksü yoktur. Kanunen suçlu bulunup hüküm giyenler dışında her Türk vatandaşı masumdur ve birinci sınıf vatandaş olma hakkına sahiptir.

Türkiye’den gerçekleşen beyin göçünü tersine çevirmek için 2010-2015 yılları arasında TÜBİTAK tarafından başlatılan çalışmalar iyi niyetli fakat yetersiz bulunmuştur. Beyin göçünü tersine çevirmeye yönelik yeni projeler yapılmalıdır. Gelişmiş ülkelerin beyin göçü kazanmak için göçmen yasalarını düzenlediği gibi Türkiye’nin de beyi göçünü tersine çevirmek için planlama ve yasal düzenlemeler yapması yerinde olacaktır.

Beyin göçü konusunda iki temel modelden bahsedilir. Bunlardan insani modele göre beyin nerede olursa olsun insanlığa hizmet eder. Milliyetçi modele göre ise beyin göçü göç veren ülkeleri fakirleştirir.

Sizce Türkiye beyin göçü planlamalarını insani modele göre mi yoksa milliyetçi modele göre mi belirlemelidir?

Türkiye genç beyinlerin kendi ülkelerine küsmemesini ve beyinlerin kurumamasını nasıl temin etmelidir?


Warning: Undefined array key "sfsi_mastodonIcon_order" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 175

Warning: Undefined array key "sfsi_mastodon_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 268

Warning: Undefined array key "sfsi_snapchat_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 277

Warning: Undefined array key "sfsi_reddit_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 274

Warning: Undefined array key "sfsi_fbmessenger_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 271

Warning: Undefined array key "sfsi_tiktok_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 265
error

Websitemi Beğendiniz mi? Başkalarının da faydalanması için paylaşır mısınız? :)

Email Gönder
Whatsapp