Yazar
Eğitim Kitapları Yazarı
Eğitim Kitapları Yazarı
Youtube Meraklı Yolcu Kanalı
Yetenek Avcısı. Keşfeder, Motive Eder ve Kazandırır
Coşturur, Koşturur, Ayağa Kaldırır
"Öğrenen Aile Danışmanlık Merkezi" pek yakında hizmetinizde olacak www.ogrenenaile.com.tr////// Ömür kısa ve hızla akıp gidiyor. Projelerimi bir bir gerçekleştirmek için ekibimle aralıksız çalışıyoruz.
Değerli okurlarım, bu gece kalbime gelen ilham ile bir nefeste kendim için kaleme aldığım bu yazıyı yararlı olur düşüncesiyle sizlerle de paylaşıyorum. Amacım bir başkasına öğretmek değil kendi kişisel gelişimimdir.
Bireyin sahip olduğu değerler manzumesi hayata bakışını belirleyen açıyı belirler. Ana hatlarıyla paradigma insanın dünya görüşü, dünyayı algılama ve yorumlama modeli olarak ifade edilebilir. İnsanların hayata bakışını kökten değiştiren paradigma değişimleri ve dönüşümleri insanların değişime zorlanması ile gerçekleşmez. Aksine dünyayı algılayan, uyarılan, bilgi bombardımanına tutulan bir insanın paradigması bile kendisi karar verene kadar olduğu yerde kalabilir. İnsanların dünyayı algılama biçimleri, elde ettikleri bilgi ve tecrübeleri tutum ve davranışa dönüştürme adımlarınıoluşturan karar alma süreçleri kolay değişmez. Ama bazen de çok kolaymış gibi aniden değişebilir. Sanki bir su bardağının son damla ile taşması gibi. İnsanların yaşadığı, gördüğü, işittiği, hissettiği her şey hafıza deposunda biriktirilir ve bu veriler bir dizi işleme tabi tutulur. Bir insanın “buldum” diye zıplayıp köklü bir değişim geçirmesi ancak ve ancak dış kaynaklardan elde edilenlerin iç zihinsel ve duygusal süreçlerde işleme tabi tutulup köklü bir değişim kararına dönüşmesi ile mümkündür. İnsanlar dış etkilerle değiştirilmeye karşı direnç gösteren varlıklardır. Bu nedenle eğitimde kullanılan pedagojik yaklaşımlar değiştirmeye değil farkındalık oluşturmaya odaklanır. Çünkü çarpıcı ve etkileyici hikâyelerin anlatıldığı bilgileri ve bilimsel delillere muhatap olan bireyin içsel motivasyonu artarak adeta bir fay hattı gibi stres ile gerilip koptuğunda köklü değişim gerçekleşir. Bu köklü değişimlerin çapı büyük olabileceği gibi küçük küçük değişim kararlarından da oluşabilir. Küçük bir alışkanlığını şok bir etkilenme ile değiştirme kararı veren bir insan aslında küçük bir paradigma değişimi yaşamış demektir. Benzer şekilde dünyaya, olaylara, sistemlere, ideolojilere, inanç sistemlerine, hayat tarzına dair birbirinden taban tabana zıt köklü bir değişim yaşayan bireyler de bir paradigma değişimi yaşamış demektir. Şimdi paradigma kavramının bu kısa tanımlamasından sonra örneklerle bu kavramı daha anlaşılır hale getirelim.
Frank Koch, Denizcilik Enstitüsü’ne ait bir dergide şu hadiseyi anlatır: “Eğitim filosuna bağlı iki savaş gemisi, günlerdir kötü hava şartlarında manevra yapıyordu. Ben en öndeki gemide vazifeliydim. Hava kararmıştı. Köprüde nöbet tutuyordum. Ara sıra yoğunlaşan sis sebebiyle görüş mesafesi kısaydı. Dolayısıyla komutan köprüde kalmış, bütün faaliyetleri denetliyordu. Karanlık çöktükten kısa bir süre sonra, iskele tarafındaki nöbetçinin sesi duyuldu: “Işık! Sancak tarafında.”Komutan seslendi: “Düz mü gidiyor, kıça doğru mu?”Nöbetçi, “Düz ilerliyor komutanım” diye cevap verdi. Demek ki gemiyle tehlikeli bir çarpışma rotası üzerindeydik. Komutan emir verdi: Gemiye sinyal gönder! “Çarpışma rotasındayız. Rotanızı 20 derece değiştirmenizi öneriyoruz.” Karşıdan şu sinyal geldi: “Rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir.”Komutan: Sinyal gönder: “Ben komutanım. Rotanızı 20 derece değiştirin” dedi. Karşıdaki, “Ben deniz onbaşıyım. Rotanızı 20 derece değiştirirseniz iyi olur” diye cevap verdi.Komutan iyice hiddetlenmişti. Hırsla emretti: Sinyal ver! “Ben bir savaş gemisiyim. Rotanızı 20 derece değiştirin.” Karşıdan ışıklarla cevap geldi: “Ben bir deniz feneriyim.” Rotamızı değiştirdik.”. Bu örnekte değişmez gibi görülen paradigmaların bile son anda değiştirilmesi mümkün olmayan bir dederminist etki oluşturan bir faktör tarafından yer bir olduğu görülmektedir.
Bazen bir insana karşı önyargılarımızdan kaynaklanan bakış açılarımız değişmez gibi görünebilir. Fakat işin aslı öğrenildikten sonra ani ve şok bir değişimle olayı algılama ve değerlendirme sürecimiz saniyeler içerisinde değişerek anlık paradigma dönüşümüne neden olabilir. Bu konuda yaşanmış bir olay Covey tarafından şu şekilde anlatılmaktadır: “Bir pazar sabahı, New York’ta metroda başımdan geçen küçük çaplı bir paradigma değişimini hatırlıyorum. Herkes sessizce oturuyordu. Birtakım insanlar gazete okuyordu, bazıları düşüncelere dalmış, bazıları da gözlerini kapatmış, dinleniyorlardı. Sakin ve huzurlu bir ortamdı. Sonra birdenbire bir adam, çocuklarıyla metroya bindi. Çocuklar o kadar yaramaz ve gürültücüydü ki, bütün hava birdenbire değişiverdi. Adam, yanıma oturup gözlerini kapattı, durumla ilgilenmediği anlaşılıyordu. Çocuklar koşarak bağırıp çağırıyor, eşyaları fırlatıp atıyor ve hatta bazı yolcuların gazetelerini kapıyorlardı. Ancak yanımda oturan adam hiçbir şey yapmıyordu. Öfkelenmemek zordu. Adamın, çocukların böyle haylazca koşuşmalarına aldırmayacak, bu konuda hiçbir şey yapmayacak, hiçbir sorumluluk yüklenmeyecek kadar duygusuz olmasına inanamıyordum. Metroda herkesin sinirlendiği belliydi. Sonunda, olağanüstü bir sabırla ve kendimi tutarak adama dönüp: “Beyefendi, çocuklarınız insanları rahatsız ediyor, onlara biraz hâkim olamaz mısınız?” dedim. Adam, durumu henüz fark ediyormuş gibi bana bakarak usulca, “Ah, çok haklısınız, bir şeyler yapsam iyi olacak. Hastahaneden geliyoruz. Anneleri bir saat önce öldü. Ne yapacağımı bilmiyorum. Galiba çocuklar da bu duruma nasıl katlanacaklarını bilemiyorlar,” diye cevap verdi. O anda neler hissettiğimi düşünebiliyor musunuz? Paradigmam değişime uğradı. Birden bire her şeyi başka türlü gördüm. Başka türlü gördüğüm için de başka türlü düşünmeye, başka türlü hissetmeye ve başka türlü davranmaya başladım.” Bu olaya benzer bir hikâye hatırlıyorum. Yaşlı bir adam sigarayı bir tülü bırakamıyormuş. Bir gün torunu ile oyun oynarken torunu ona hüzün dolu duygusal bir eda ile şöyle seslenmiş; “dedeciğimi sen beni sevmiyorsun”, dedesi cevap olarak “olur mu evladım ben seni çok seviyorum” demiş. Torunu şok edici ve düşündürücü şu cümleyi kurmuş; “hayır beni sevseydin uzun yaşamak isterdin, fakat sen sigara içerek kendini öldürüyorsun”. Bu cümleyi işiten dede ani bir paradigmadönüşümü ile 50 yıllık alışkanlığını bir anda bırakmış.
Covey “harita arazinin kendisi değildir” sözü ile insanın kafasındaki harita ile arazideki sert ve dik yamaçlardan oluşan uçurumlar arasındaki farka dikkati çeker. Her insanın hayatı algılaması farklıdır fakat hayatın kendisi algılardan çok daha gerçek ve çok daha can yakıcı olabilir.
Bu açıklamalar ışığında insanlar hayatları boyunca biriktirdikleri ile büyür, gelişir ve değişir. Bu değişim bazen yavaş ve küçük olurken bazen de ani ve köklü olabilir. Bu zamanın bahtsız insanları olarak değerlerin tepetaklak olduğu bir dönem yaşıyoruz. Görüp yaşadıklarımız geçmiş asırların1000 yılına beden ibret sahneleri ile dolu. Bu sahneleri görüp de insanların bigâne ve duyarsız kalması çok mümkün görünmüyor. Çünkü aklı olan her insan görüyor, işitiyor, öğreniyor ve yorumluyor ve buzulların eridiği gibi her şey yavaş yavaş değişiyor.
20.000 çocuk, 20.000 kadın olmak üzere 60.000 kişinin katledildiği vahşi soykırımı görüp de insanların değişmediğini kabul etmek akla ziyan geliyor. Bu yüzden dünya hızla değişiyor ve dönüşüyor. Adeta sıcak bir tavada ısıya tabi tutulan mısır tanelerinin sırası ile patladığı gibi dünya da dainsanlar sırası ve siparişi olmayan sürpriz değişimlere namzet olarak bekliyor.
Tüfeğin ateş alması ile bir insanın ölmesi sonucunda bu sahneyi izleyen kişinin, tetiği çeken bir insan etkisi olmadan bu patlamanın olmayacağına kesin hükmettiği gibi fay hatlarının oynaması sonucunda depremin olması karşısında tetiği çeken bir gücün olmadığına hükmedilemeyeceğinin aşikar olması bile ateizm ve materyalizim safsatasını paramparça eden bir paradigma dönüşümüne gebedir.
Dünya dönüyor ve dünya değişiyor. Her yeni gün her insan için yeni bir dünyadır. Dünya ve insanlar kaçınılmaz paradigma değişimleri yaşamak için uyanma zamanını bekliyor.
İnsanlığın, iyiliğin, merhametin, hâkim olduğu ve ön yargıların yıkıldığı hayata ve her canlıya saygılı bir paradigmanın hâkim olduğu bir dünya için çalışmak dileklerimle, sağlıklı, huzurlu, her türlü arzi, semavi ve vahşi soykırımlardan uzak fıtrata uygun bir dünya’da yaşamak temennilerimle saygılarımı sunuyorum…
Dr. Nadir Çomak
26.04.2025
Türkiye’nin yeni yüz yılında daha güçlü olmasının sırrı eğitimde sağlanacak milli bir mutabakattan geçmektedir.
Bu milli mutabakatın gerçekleşmesi ve başarılı olması ancak ve ancak, bilimin aydınlığına inanan aydınlanmacı ruhların yaydığı ışığa, yüksek motivasyon veren inancın gücüne inanan insanların yüksek gayretine, ülkemizi yükseltmek için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan Türk milliyetçilerinin coşkusuna, bu ülkenin asli vatandaşı olan fakat 100 yıllık tarihi süreçte kendisini ezilmiş ve dışlanmış hisseden vatandaşlarımızın aidiyet hissinin güçlenmesine, devrimci ve ütopyacı solcuların köy enstitülerinin kuruluş ruhuna yakışır bir şahlanışla çalışmasına ve köylü kentli her kesin kuvayi milliye ruhuyla adanmış bir şekilde gayretine bağlıdır.
Finlandiya 100 yıl önce kurulmuş küçük bir devlettir. Nüfusu 5.000.000 civarında olup, topraklarının ancak %10 civarındaki bir kısmını tarım ve yerleşim yerleri için kullanılmaktadır. Geri kalan 300.000 kilometre karelik alan ise bataklıklar, kayalıklar, göller ve ormanlardan oluşmaktadır. Finlandiya okulları fiziksel yani mimari tasarım ve eğitim sistemi açısından bugün dünyada bir numara olarak kabul edilmektedir. Geçen yazımda açıkladığım Finlandiya eğitiminde sağlanan milli mutabakat ilkeleri acaba Türkiye eğitim sistemi için de mümkün olabilir mi? Bu yazımda Türk eğitim sisteminde milli bir mutabakat mümkün mü sorusunun cevabını vermeye çalışacağım.
Osmanlı devletinin yıkılmasını takiben yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin kabul ettiği temel değerler ile Osmanlı devletinin değerleri arasında bir kırılma meydana gelmiştir. Osmanlı devletinin yıkılması ile “öncelikle uluslararası ekonomi-politikte ortaya çıkan yeni güç merkezleri uluslararası sistemin Soğuk Savaş dönemindeki işleyişinin öngördüğü süper güç-büyük güç ayrımını temelinden sarsmıştır. … Tarihi Miras ve Siyasi Kültür Altyapısı Türkiye’deki siyasi kültürü diğer toplumlardan farklı kılan en önemli tarihi faktör, bu ülkenin geçmişte dünya ana kıtasının ana kavşak noktalarını da içinde barındıran, özgün ve uzun ömürlü siyasi düzen kuran bir medeniyetin merkezi olmasıdır. … Tanzimat ile başlayan bir süreç içinde siyasi elitin karşı medeniyetin normları doğrultusunda yeni bir siyasi yapı kurma çabası Osmanlı coğrafyasındaki toplumları tümüyle sarsan bir etki uyandırmıştır. Bu sürecin ortaya koyduğu radikal medeniyet dönüşümüne yönelik söylem iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, hiyerarşik bir tarzda merkezden çevreye yayılan yeni siyasi kültür oluşturma baskısının siyasi kimlik, siyasi kültür ve kurumlardaki tarihi süreklilik unsurlarını radikal bir kırılma ile karşı karşıya bırakmasıdır. Siyasi sisteme ideolojik temel sağlayan bu radikal tarihi kırılma ile toplumda etkisini sürdüren ve geçmiş hakimiyet dönemlerinden esinlenen tarihi süreklilik unsurları arasındaki gerilim Türk siyası kültürünü diğer toplumlardan ayıran temel unsurdur. Türkiye bu açıdan Batı medeniyeti ile girdiği cephe ilişkisini kaybettikten sonra bu medeniyete iltihak etme iradesi gösteren siyasi elitin elinde siyasi sistemin dayandığı kimlik, kültür ve kurumlar açısından tam bir tarihi kırılma ve yeniden yüzleşme süreci yaşayan yegâne toplumdur. … Geçmişte bir medeniyetin siyası merkezi olmuş olmanın getirdiği kendine güven duygusu ile bugünkü devletler hiyerarşisinde bulunulan konum arasındaki farkın yarattığı gerilim başka hiçbir toplumda bu denli çarpıcı bir psikolojik etki uyandırmamıştır. İkincisi, siyasi sistemin dayandığı tarihi kırılma çizgisi, toplumu Avrupa’ya entegre etmeye çalışırken, iç halka olarak Ortadoğu-Balkanlar-Kafkaslardan oluşan yakın jeokültürel çevresi ile yabancılaşmaya itmiştir. … Türkiye’de yaşanan en temel çelişki bir medeniyet çevresine siyasi merkez olmuş bir toplumun tarihi ve jeokültürel özelliklerinin oluşturduğu siyasi kültür birikimi ile siyasi elit tarafından başka bir medeniyet çevresine iltihak etme iradesi esas alınarak şekillenmiş siyasi sistem arasındaki uyum problemidir ve bu durum hemen hemen sadece Türkiye’ye has bir olgudur.”[i] Osmanlı devletinin yıkılma sürecinde yeni düşünce akımları gelişmiştir. Bunlar;
“a. Yeni-Osmanlıcılık,
Türkiye’nin milli bir mutabakat zemininde buluşabilmesi ülke içindeki iç siyasi kimlik ve kültür gerilimlerini azaltacak, iç muhasebeyi kolaylaştıracak ve alternatifleri çeşitlendirecek çok yönlü bir yenilenmenin ve stratejik yönelişin sağlanabilmesi ile mümkündür. Toplumsal aidiyet hissinin güçlü bir tarihi ve sosyokültürel temele oturtulması ve bu aidiyetten beslenen bir fikir özgürlüğü ortamının oluşması böylesi zengin bir stratejik düşünce atmosferinin oluşmasının asgari şartıdır.”[ii]
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin tercih ettiği ideoloji batıcı ve milliyetçi bir zemine oturmuştur. Kemalizm aydınlanmacı-batıcı ve Türk milliyetçiği esaslı bir ideoloji olarak Osmanlı devletinden tevarüs eden değerler manzumesini tamamen reddetmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti aydınlanmacı batı düşüncesi ve Türk milliyetçiliği üzerine bina edilmiştir. Eğer Kemalizm ideolojisi bunu yapmasa idi Osmanlı devletinden bir farkı olmazdı ve yeni kurulan devletin de devrim yapmasına ihtiyaç kalmazdı.[iii] Bu zemin üzerinde gelişen devrimler Osmanlı devletinin zon zamanlarından itibaren gelişen diğer düşünce akımlarının mensuplarını rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın tezahürü olarak siyasi kutuplaşmalar artmış ve bu mücadele kimi zaman sokak çatışmalarına dönüşürken illegal siyasi yapıların ve terör uzantılarının gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeler üzerine temellendirilen askeri darbeler bataklığı kurutma iddiası ile yapılmakla birlikte kamuoyu vicdanında onulmaz yaralar açmıştır. Özellikle 1970’li yıllardan sonra ideolojik Türk milliyetçiliğine karşı gelişen Kürtçülük akımları illegal bir zemine taşınarak kanlı bir terör örgütünün kurulmasına gerekçe olarak kullanılmıştır. Böylece bu farklı düşünce akımlarının savunucularının her birinin kendilerine göre haklı ve masum olarak kabul ettikleri fakat reel politikte ve evrensel ölçekte tartışmalı olan ilkelerine göre bitmez ve tükenmez bir tartışma ve çatışma zemini ortaya çıkmıştır. Bu cihetle farklı düşünce savunucularının her birinin yüksek sesle ifade ettikleri sloganları oluşmuştur. Bu sloganlar kimi zaman din elden gidiyor, kimi zaman laiklik elden gidiyor kimi zaman Türklük elden gidiyor şeklinde olurken kendisini ezilmiş ve aşağılanmış olarak görenler de yeni bir milli kimlik arayışına ve inşasına girişmişlerdir. Bu gayretler düşünce ifade etmenin ötesinde terörist faaliyetlere ulaşınca da devletin güvenliği tehlikeye girmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yukarıda zikrettiğimiz farklı düşünce mensupları ve tepkisel akımlar eğitimi kendi mihverine göre şekillendirmek için çalışmıştır. Böylece iktidara gelen farklı siyasi partiler kendi ideolojilerine göre bir eğitim tasarımı kurgulama peşine düşmüşlerdir. Eğitimi tasarlama yetkisine ve erkine ulaşamayanlar ise milli eğitimin sunduğu argümanları ve müfredatı reddederek eğitilmeyi asimilasyon olarak kabul ederek eğitilmeye karşı direnç göstermişlerdir. Bu şartlarda Türkiye’de farklı kesimlerin ele geçirmeye çalıştığı bir devlet vardır. Devleti ele geçirmek için de hâkim olmaları gerektiğine inandıkları bir eğitim sistemi hedefte durmaktadır. Eğitim ele geçirilmesi gereken bir ganimet olarak kabul edildiği sürece eğitimde milli bir mutabakat sağlanabilir mi? Bu mutabakatın sağlanamayacağına inanan farklı kesimler kendi okullarını kurarak kendi müfredatlarını geliştirmekte ve kendi düşüncelerine göre eğitim vermeye devam etmektedirler. Bu gayretler aslında eğitimde devlet eliyle yapılabilecek köklü bir düzenlemenin mümkün olmadığına dair olan kuvvetli bir inançtan kaynaklanmaktadır. Yani “gemisini kurtaran kaptan” anlayışı Tük eğitim sisteminde özel öğretim kurumları gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Böyle bir uygulama örneğin Finlandiya eğitim sisteminde birkaç istisnai uygulama hariç mümkün değildir.
Türk milli eğitim sisteminde mutabakat kurulabilecek köklü değerler bulunmaktadır. Eğitim üzerinde sağlanacak milli bir mutabakat ilke ve değer merkezli olmalıdır. Bu değerler de evrensel normlara, bilimsel doğrulara ve toplumun kadim değerlerine uygun olarak yapılandırılmalıdır. Her şeyden önemlisi de eğitim üzerinde kurulacak bir milli mutabakat ırkçı ve ideolojik olmamalıdır.
Çok kültürlü bir yaşamın ilkelerini yüzyıllar boyunca uygulayan ve farklı kültürlere, farklı medeniyetlere, farklı dinlere, farklı ırklara ve bilimin aydınlığına inanan ve saygı gösteren bir medeniyetin mensupları olarak eğitimde milli mutabakatın sağlanabileceğine inanıyorum. Söylendiği kadar kolay olmayan bu mutabakatın gerçekleşmesi için toplumun aydınlatılması gerekir. Yapılan söylemler ve atılacak adımlar keskin ve sert olmamalıdır. Gençlerimizin iyi eğitim alması ve ülkemizin kalkınması için eğitimin milli bir mutabakat zeminine oturtulmasına acilen ihtiyacımız bulunduğu aşikardır. Eğitimde ideolojik kısır çekişmeler yerine köklü ve kalıcı adımlar atmamız gerekiyor. Bu nedenle eğitimde sağlanacak milli bir mutabakat Türkiye için olduğu kadar yakın coğrafyamızda yaşayan dost ve kardeş ülkeler için de son derece hayati bir öneme sahiptir.
Türkiye’nin yeni yüz yılında daha güçlü olmasının sırrı eğitimde sağlanacak milli bir mutabakattan geçmektedir.
Bu milli mutabakatın gerçekleşmesi ve başarılı olması ancak ve ancak, bilimin aydınlığına inanan aydınlanmacı ruhların yaydığı ışığa, yüksek motivasyon veren inancın gücüne inanan insanların yüksek gayretine, ülkemizi yükseltmek için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan Türk milliyetçilerinin coşkusuna, bu ülkenin asli vatandaşı olan fakat 100 yıllık tarihi süreçte kendisini ezilmiş ve dışlanmış hisseden vatandaşlarımızın aidiyet hissinin güçlenmesine, devrimci ve ütopyacı solcuların köy enstitülerinin kuruluş ruhuna yakışır bir şahlanışla çalışmasına ve köylü kentli her kesin kuvayi milliye ruhuyla adanmış bir şekilde gayretine bağlıdır.
Dr. Nadir Çomak
[i] Davutoğlu. A. 2009, Stratejik Derinlik, Küre yay. İst.
[ii] A.g.e.
[iii] Mardin, Ş. İdeoloji, 1976, İletişim yay. İst.
İnsanın kendini iyi hissetmesi önemli bir sağlık göstergesi olarak kabul edilir. Ancak sağlıklı bireyler sağlıklı kararlar verebilir. Sağlıklı anneler de sağlıklı çocuklar yetiştirir. Sağlıklı olmak için belli başlı faktörler vardır. Bu faktörlerden en önemlileri insanın içinde bulunduğu çevresel faktörlerdir. İnsanın içinde yaşadığı ortamın çatışmalı mı yoksa barış ortamında mı olduğu, beslenme ve barınma şartları, eşitlik ve adalet duygusunun hâkim olması, eğitim imkanları iyi hissetmenin temel dinamikleri olarak kabul edilebilir.
İnsan biyolojik, psikolojik, sosyal ve ruhsal bir varlıktır. Maslov ihtiyaçlar hiyerarşinde temel fizyolojik ihtiyaçları, piramidin tabanına yerleştirmiştir. Piramidin üst basamaklarına doğru barınma, güvenlik ile sosyal ve psikolojik ihtiyaçlar gelir. En üst basamaklara doğru çıktıkça insanın kendini gerçekleştirmesi ve başkalarının kendini gerçekleştirmesi için çalışmak aşaması gelmektedir. Yani piramitte yer alan bütün basamaklar insanın kendini iyi hissetmesiyle yani sağlıklı hissetmesiyle ilgilidir.
İnsanın çevresel şartlara uyum ve adaptasyon sağlama becerisi kişinin kendini iyi hissetmesiyle yakından ilişkilidir. İnsanın doğal ortamda hayatını sürdürmek için gerekli olan temel yaşam becerilerine sahip olması son derece önemlidir. Çünkü insan eskisi kadar olmasa da hala doğal şartlardan etkilenmektedir. Doğal şartlar kadar insanı etkileyen diğer çevresel faktör de yapay çevre faktörleridir. Küreselleşen dünyada doğal çevrenin tahrip olması sonucunda kurulan yapay ve suni çevre insanların iyilik halini yakından etkileyen bir faktördür. Çünkü temiz gıdaya ulaşma zorluğu, ulaşım zorlukları, temiz hava ve temiz suya ulaşım zorlukları insanların iyilik halini yakından etkilemektedir. Sosyal medya ve internet çağının getirdiği yeni alışkanlıklar yeni yeni patolojik durumları ortaya çıkarmaktadır.
İnsan bilgisizlik, genetik faktörler, vücut yapısı ve alışkanlıklar, dikkatsizlik ve çevresel faktörler nedeniyle iyilik halini kaybederek hasta olabilir. Bu nedenle insanın iyi hissetmesi için sağlıklı yaşamın temel ilkeleri konusunda bilgi sahibi olması, genetik yatkınlıklarından kaynaklanan vücut özelliklerini fark ederek dikkatli yaşaması gerekmektedir.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ana “çocuğu olan kadın” anlamına gelir. Ana ve çocuk sağlığı dediğimizde öncelikle ana sağlığından bahsetmek gerekir. Çünkü ana çocuğu karnında taşır ve kendi sağlığı çocuğunu yakından etkiler. Ana sağlığını gösteren temel demografik göstergelere baktığımızda doğurganlık oranı, çocuk ölümü, kaba doğum hızı, genel doğurganlık hızı, çocuk/kadın oranı, ana ölüm hızı, toplam düşük hızı gibi göstergeler ana ve çocuk sağlığını gösteren temel demografik göstergeler olarak kabul edilebilir.
Kadın sağlığı denildiğinde sadece üreme sağlığı akla gelmemelidir. Çünkü kadın biyolojik, psikolojik ve ruhsal yönden bir bütündür. Bu nedenle kadın sağlığı kadını bir bütün olarak ela almakla doğru bir şekilde anlaşılabilir. Kadının bir bütün olarak iyilik haline sahip olmadığı durumlarda üreme sağlığından da bahsedilemez. Üreme sağlığı insanların sağlıklı bir cinsel yaşamlarını olması ve güvenli ve tatmin edici bir ilişkilerinin olması ile yakından ilişkilidir. Üreme sağlığı demek yalnızca fizyolojik ve mekanik bir olgu olmaktan ziyade psikolojik ve ruhsal denge hali ile yakından ilgilidir. Bu denge hali bireylerin ne zaman çocuk yapacaklarına karar vermeleri ile de yakından ilintilidir. Bu da bireylerin karar verme özgürlüğüne bağlıdır. Aile planlaması, insanların istediği zaman ve istediği kadar çocuk sahibi olması olarak ifade edilmektedir.
Anne adayının hamilelik öncesi, hamilelik dönemi ve doğum sonrasında sağlığına ve alışkanlıklarına dikkat etmesi gerekir. Çünkü annenin sağlığı çocuğun sağlığını doğrudan etkiler. Çocuğun en hızlı geliştiği dönem anne karnında geçirdiği dönemdir. Annenin hamilelik döneminde sağlıklı belenmesi çok önemlidir. Aynı şekilde zararlı maddeleri bünyesine almamak için özen göstermesi de gerekir ki bu maddeler çocuğun gelişimini yakından etkiler.
Doğum sonrası annenin ve çocuğun sağlığı yakından takip edilmelidir. Lohusa döneminde kadının kendini toparlaması için özel bir bakıma ihtiyaç duyulur. Bu dönem aynı zamanda yeni doğan çocuğun sağlık kontrollerinin yapılması ve sağlıklı beslenmesi bakımından da özel bir ihtimam gösterilmesi gereken bir dönemdir. Yeni doğan çocukların nicel ölçümlerinin yapılması, nefes kontrolü, kan değerlerinin ölçülmesi, temel reflekslerinin kontrol edilmesi ve temel vitaminlerinin verilmesi sağlığı açısından önemlidir. Hastalıkların önlenmesi için çocukların düzenli olarak izlenmesi ve aşılarının yapılması gerekir. İşitme ve görme testlerinin yapılması ve hastalık riski taşıyıp taşımadığı ana çocuk sağlığı merkezlerinde izlenir. Böylece anne çocuğunu geleceğe sağlıklı bir şekilde hazırlayabilir. Çocuklar doğumdan sonraki ilk haftada, 15. Günde, 41. Gününde, 2. Ayda, 3. Ayda, 4. Ayda, 6. Ayda, 9, ayda ve 12. Ayda kontrol edilir. 1-3 yaş arasında 6 ayda bir, 3-6 yaş arasında yılda 1 kez izlenir.
Anne ve çocuk sağlığı erken çocukluk dönemini içine alan bir gelişim dönemini kapsamaktadır. Bu dönem okul öncesi eğitim dönemine tekabül eder. Bu dönemde okul ile aile ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde kurulması anne ve çocuk sağlığını yakından ilgilendirir. Bu bakımda okul öncesi döneminde çok önemli olan aile katılımı çalışmaları çocuk gelişimini ve sağlığını etkilediği kadar anne sağlığına ve annenin iyilik haline de önemli katkılar sağlar. Sağlıklı ve iyi hisseden anne ve çocukların artması için okul öncesi eğitimin bilinçli bir şekilde yapılması gerekir. Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması aynı zamanda kadınların ve çocukların iyilik halinin artmasına katkı sağlar. Kadının iyi olması ve iyi hissetmesi de ailenin mutluğuna doğrudan katkı sağlar. Bu arada babaların da annelerden öğrenecek çok şeyleri olduğunu da söylemek gerekir. İyi hisseden kadınlar ve iyi hisseden erkeklerden oluşan ailelerde sağlıklı çocuklar yetişir. Sağlıklı çocuklar da mutlu ailelerin çekirdeğini oluşturur.
Dr. Nadir Çomak
Erken çocukluk dönemi çocuk gelişimi açısından son derece önemli bir dönemdir. Çocukların fiziksel gelişim, bilişsel gelişim, duygusal gelişim, sosyal ve dil gelişimi olmak üzere farklı gelişim alanları vardır. Bu gelişim alanları erken çocukluk döneminde hızlı bir değişim gösterir. Her bir gelişim alanı hem birbirinden bağımsız olarak hem de birbiriyle yakın bir ilişki halinde gelişir. Bu yazımda fiziksel ve motor gelişim üzerinde duracağım.
Çocukların fiziksel ve motor gelişim erken çocukluk döneminden ergenlik dönemine kadar devam eder. Ergenlik döneminde alışkanlık haline gelen fiziksel hareketlerde ustalık kazanan ergen insan bu ustalığını yaşamı boyunca kullanarak devam ettirir. Çocuklarda fiziksel gelişim öncelikle refleks davranışlarla başlar. Çocuklar dünyaya geldiğinden itibaren bazı refleks hareketlerle dünyaya gelir. Bu refleksler bir iki haftadan üç dört aya kadar kaybolur. Temel yaşama refleksi denilen bu hareketler, moro refleksi, babinski refleksi, yüzme refleksi ve arama refleksi gibi temel reflekslerdir. Çocuklar büyüdükçe bu refleksler kaybolur.
Çocukların kemik yapıları yaşları ilerledikçe gelişir. Kemik yapıları gelişen çocuklar yavaş yavaş kaba motor hareketleri yapmaya başlar. Okul öncesi dönem kaba motor hareketlerin öğrenilmesinde önemli bir gelişim dönemini oluşturur. Çocukların fiziksel olarak gelişmesi, obezite gibi rahatsızlıklardan korunması ve oyun becerilerini öğrenmeleri açısından son derece önemlidir. Fiziksel becerilere yaygın olarak psikomotor ya da motor beceriler adı verilir. Motor beceriler kaba motor ve ince motor beceriler olmak üzere ikiye ayrılır. Erken çocukluk döneminin son evresi olan 6 yaş sınırına geldiğinde çocuklar kaba motor beceriler yanında ince motor becerileri de yavaş yavaş kazanmaya başlar. İlkokula hazırlık açısından okul öncesi dönemde çocukların ince motor becerilerini geliştiren el hareketlerini yapmaları, makas ve boya kalemlerini kullanarak kendilerini geliştirmeleri önemlidir. İnce motor becerileri çocukların parmaklarını ve ellerini kullanmaları ile gelişir. Böylece ilkokula başlayan çocuklar okul öncesi dönemde ince motor becerilerini geliştirerek okula gelirse yazı yazma konusunda daha kolay uyum sağlayabilirler.
Çocukların akranları ile daha kolay anlaşması, uyum sağlaması ve liderlik becerilerini geliştirmeleri için fiziksel hareketler çok önemli bir yer tutar. Bu hareketlerin yapılması çocukların aynı zamanda bilişsel, duygusal, sosyal ve dil gelişimleri açısından da çok değerlidir. Çocuklar fiziksel aktivite gerektiren oyunları ve hareketleri yaparken aynı zamanda kendilerini keşfederek liderlik becerilerini de geliştirirler. Bu açıdan fiziksel hareketlilik gerektiren oyunların çocuklara öğretilmesi çok önemlidir. Okullarda fiziksel hareket gerektiren oyunlar öğretmen gözetiminde güvenli ortamlarda yaptırılır. Ailelerin çocuklara fiziksel hareket alışkanlığı kazandırması için özel bir çaba göstermesi gerekir. Ebeveynlerin çocuklarıyla birlikte özellikle açık hava etkinliklerinde oynaması, spor hareketleri yapması son derece önemlidir. Çocuk gelişiminde fiziksel hareket gerektiren oyunların oynatılması, spor egzersizleri yaptırılması çocukların yalnızca motor gelişimi için değil bütün gelişim alanlarının eşgüdümlü bir şekilde gelişmesi için de son derece önemlidir.
Dr. Nadir Çomak
Kitaplarım ve YouTube konuşmalarım hakkındaki kıymetli görüşlerinizi iletişim formundan gönderebilirsiniz.