Okul Öncesinde Aile Katılımı ve Eğitiminin Önemi

Dr. Nadir Çomak

Dünya ülkeleri ile birlikte ülkemizde de yaşanan pandemi şartları eğitim öğretim faaliyetlerinde önemli güçlükler yaşanmasına neden olmaktadır. Sokağa çıkma yasaklarının yaşandığı bu günlerde ailelerin yaşadığı zorluklar daha da artmıştır. Bu yönüyle okul öncesi eğitiminde olduğu kadar bütün eğitim kademelerinde aile katılımı ve eğitimi daha önemli hale gelmiştir. Bu süreçte ebeveynlerin psikososyal yönden desteklenmesi önemli bir gereklilik haline gelmiştir.

Okul öncesi eğitiminde çocukların gelişimi bilişsel gelişim, dil gelişimi, sosyal gelişim ve psikomotor gelişim olmak üzere temel olarak dört gelişim alanında devam eder. Bu gelişimin sağlıklı bir şekilde sürmesi tek başına öğretmenler tarafından verilecek eğitimle oldukça güçtür. Ebeveynlerin okulda öğretmene destek olması için neredeyse bir ayağının okulda olması gerekir. Fakat pandemi günlerinde bu imkân ortadan kalkmıştır. Öğretmenlerin ebeveynlerin çocuklarına eğitim vererek okulda kazandırılmaya çalışılan alışkanlıkları desteklemek için gerektiğinde planlı ev ziyaretleri yapması beklenir. Bu ihtimal de pandemi nedeniyle ortadan kalkmıştır. “Aile katılımı terimi, ailelerin kendilerini, çocukları ve erken çocukluk programına yarar sağlayacak doğrultuda yeteneklerini ortaya koyma süreci (Morrison, 1988, akt. Zembat ve Unutkan, 2001) ya da aileleri destekleme, onlara eğitim verme ve eğitime katılımlarını sağlamada sistematik bir yaklaşım olarak tanımlanmaktadır” (Zembat ve Unutkan, 2001):Akt: (Vural Ekinci & Kocabaş, 2016). Bu faaliyetler okul yönetimi ve özellikle öğretmen tarafından planlanması ve yardımcı olması gerekir. “Aile katılımı, öğretmenlerin çocukların öğrenmesine yardımcı olan anne ve babaların çocuklarıyla nasıl çalışacaklarını öğretme imkânı bulmaları anlamına gelir”(Özel & Zelyurt, 2016). Çocukların eğitiminde ebeveyn katılımının onların akademik başarı, dil gelişimi ve sosyal gelişim gibi becerilerini desteklediği bilinmektedir (Zeynep, 2016). Bu yönüyle okul öncesinde olumlu katkıları gözlenen aile katılımı ve eğitimi uygulamalarının ilköğretim döneminde de devam etmesinin bu eğitim sürecinin verimliliğini arttıracağı söylenebilir (Vural Ekinci & Kocabaş, 2016). Özellikle yaşadığımız pandemi şartlarında bu destek bir kat daha önem kazanmıştır.

Aile katılımı çalışmalarının önem kazanması ile birlikte, önceki yıllarda okul öncesi eğitim programında yer almayan OBADER gibi standart aile eğitimi ve katılımı rehberlik programının hazırlanmasının yanı sıra, standart etkinlik planı formatına ‘Aile Katılımı’ boyutu dahil edilmiştir (Zeynep, 2016). Bu kaynakta yer alan aile katılımı etkinlikleri ebeveynler için yararlı bir başvuru kitabı özelliği taşımaktadır. Okul öncesi öğretmenleri etkinlik planlarındaki aile katılım bölümlerine özgün olarak aile katılım etkinlikleri tasarlayabilir (Zeynep, 2016). Bu etkinlikler özellikle son zamanlarda uzaktan eğitim ilkelerine göre uzaktan erişim araçları ile yapılacak biçimde yeniden planlanmalıdır. Küreselleşme ile küçük bir köy haline gelen dünyamızda bu engellere bir de salgın hastalıklar ve virüs engeli çıkmıştır. Aile katılımının istenen nitelik ve nicelikte gerçekleşmesinin önünde birtakım engeller bulunmaktadır. Bunlar aileden, öğretmenden ve okul yönetiminden kaynaklanan engeller olarak sınıflandırılabilir (Aktaş Arnas & Günay Blaloğlu, 2018). Bu alanda yapılan bazı araştırmalarda öğretmenlerin aile katılımı etkinliklerine katılımlarını arttırmaya yönelik herhangi bir çabalarının olmadığı, ebeveynlerin okulda ve evde etkinliklere katılımlarını engelleyen durumlarla ilgili herhangi bir bilgi sahibi olmadıkları yönünde bulgular elde edilmiştir. Bu durum öğretmenlerin aile katılımı konusunda hem yeterli bilgiye sahip olmadıkları hem de bu işi kendisine ek bir iş gibi algılamaları ile açıklanabilir (Aktaş Arnas & Günay Blaloğlu, 2018). Öğretmenler aile katılımı konusunda reaktif değil proaktif ve çözüm odaklı bir tutum takınmalıdır. Zira bazı araştırmalarda öğretmenlerin aile katılımı konusunda ebeveynlerin katılımını bekledikleri ancak bunun gerçekleşmediği zamanlarda ebeveynleri “ilgisiz” olarak niteledikleri, bu durumun gerçek nedenini araştırmak yerine olasılıklar üzerinden yorumda bulundukları, böyle zamanlarda ebeveynlerle doğrudan iletişime geçmedikleri (Aktaş Arnas & Günay Blaloğlu, 2018) sonuçlarına ulaşılmıştır. Bu nedenle öğretmenler ebeveynlerle açık bir iletişim kurmalıdır. İletişimi başlatma ve devam ettirme konusunda da liderlik yaparak ebeveynleri cesaretlendirmelidir. Son bir yıl içinde yapılan bazı çalışmalarda ailelerin psikososyal desteğe daha fazla ihtiyaç duyduğu yönünde bulgulara rastlanmaktadır.[1]

Yapılan bazı araştırma sonuçlarına göre, ebeveynlerin, öğretmenler ve yöneticilerle yaşadıkları iletişim sorunlarından bahsedilmektedir. İnsanın olduğu yerde iletişim sorunlarının yaşanması normal karşılanmalıdır. Asıl önemli olan yaşanan iletişim sorunlarının çözüme kavuşturulması ve sağlıklı bir iletişimin kurulabilmesidir. Ebeveynler bazı araştırmalarda hem öğretmenlerin hem de yöneticilerin kendileriyle etkili iletişim ve işbirliği kuramadıklarını ve karar alma süreçlerine kendilerini dahil etmediklerini belirtmişlerdir (Aktaş Arnas & Günay Blaloğlu, 2018). Bu sonuçlar dikkate alındığında öğretmenlerin ve okul yöneticilerin ebeveynlerle sağlıklı iletişim kurarak onları okul etkinliklerine daha aktif olarak katmaya çalışması gerektiği anlaşılmaktadır. Ebeveynlerin etkinliklere katılım konusunda özellikle öğretmenlerin ebeveynlerin katılımına açık olmadıklarına yönelik algıları, aile katılımına yönelik potansiyel bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır (Aktaş Arnas & Günay Blaloğlu, 2018).  Yaşan bu iletişim sorunları dikkate alındığında, okul öncesi eğitimde aile katılımının daha sağlıklı ve etkili gerçekleştirilebilmesi için hem öğretmenlere hem de ebeveynlere aile katılımı ve iletişim becerileri konusunda ciddi ve kapsamlı bir eğitim verilmesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır (Aktaş Arnas & Günay Blaloğlu, 2018).

Dünya ülkeleri ile birlikte ülkemizde de görülen pandemi şartlarında eğitim öğretim faaliyetlerinde önemli güçlükler yaşanmaktadır. Özellikle sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü bu günlerde ailelerin yaşadığı zorluklar daha da artmıştır. Bu yönüyle okul öncesi eğitiminde olduğu kadar bütün eğitim kademelerinde aile katılımı ve eğitimi daha önemli hale gelmiştir. Bu günlerde ebeveynlerin psikososyal yönden desteklenmesi daha önemli bir haline gelmiştir.

Sonuç olarak aile katılımı ve eğitimi konusunda şu öneriler yararlı olabilir:

  • Aile çocuk ilişkilerini geliştirmek için uzaktan erişimle gerçekleşen anne baba eğitimleri artırılmalıdır.
  • Anne baba eğitim programlarının yaygınlaştırılması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Belediyeler (yerel yönetimler) gibi bazı kurumlar tarafından desteklenmelidir. Valiliklerde uzaktan eğitim hizmet birimleri açılmalıdır.
  • Öğretmenler bu tür seminerler verebilmek için çeşitli uzaktan eğitim hizmet içi eğitim programlarına dâhil edilebilir.
  • Öğretmen adaylarına lisans eğitiminde seçmeli ders olarak verilen aile eğitimi dersi zorunlu hale getirilmelidir.
  • Anne-babaların, psikolojik danışma ve rehberlik merkezlerinden, aile danışma merkezlerinden, ana baba okulları gibi kendileri ve çocukları ile ilgili yardım alabilecekleri kurumlardan destek almaları sağlanabilir. Özellikle ebeveynlere ve çocuklara uzaktan erişimle psikososyal destek birimleri kurulmalıdır.
  • Anne-baba eğitimi kapsamında verilen uzaktan erişim temelli seminerler arttırılarak daha çok aileye ulaşılmalıdır.
  • Özellikle pandemi döneminde çocukların ve anne-babaların davranışlarını inceleyen daha kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır (Özel & Zelyurt, 2016).

KAYNAKÇA

Aktaş Arnas, Y., & Günay Blaloğlu, R. (2018). Okul Öncesi Eğitimde Aile Katılımı Engelleri ve Süreçte Karşılaşılan Sorunlar. Hacettepe University Journal of Education. https://doi.org/10.16986/huje.2018043536

Özel, E., & Zelyurt, – Hikmet. (2016). Anne Baba Eğitiminin Aile Çocuk İlişkisine Etkisi. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 0(36). https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/227831

Vural Ekinci, D., & Kocabaş, A. (2016). Okul Öncesi Eği̇ti̇m Ve Ai̇le Katılımı. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 15(59). https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/229749

Zeynep, K. (2016). Analyzing parental involvement dimensions in early childhood education. Educational Research and Reviews, 11(12). https://doi.org/10.5897/err2016.2757


[1] https://www.nadircomak.com/286/aileler-pandemi-surecinde-nasil-etkilendi/

Her Öğretmen Bir Çiçek Gibidir


“Bu seferki kovuluşun sebebi meslek rekabeti değil, meslek ahlakı idi.” 

                                                                                                     Reşat Nuri Güntekin

IKIGAI hakkında yazdığım köşe yazımı okuyan şair bir dostumdan şöyle bir mesaj aldım: “Böyle bir zamanda siyasi yazılar değil de eğitim yazıları yazmanızı yadırgadım!” Şair dostuma cevap olarak: “Bu zamanda siyasi konuların cazibesi karşısında yazı yazmamanın gerçekten zor olduğunu fakat kalıcı ve nitelikli eğitim yazıları yazmanın daha zor olduğunu” ilettim.

Aynı gecenin sabahında uyanıp sosyal medya hesaplarımı kontrol ettiğimde Linkedin ana ekranıma düşen mesajda Irısh Murdoch’a ait olduğunu öğrendiğim şu özlü söz dikkatimi çekti; “Çiçekler komşularıyla “rekabet” etmekle ilgilenmez. Sadece çiçek açarlar.”

Açıklama yazısında, birbiriyle doyasıya oynayan çocukları çiçek bahçesine benzeterek ebeveynlere, çocukları kategorize ederek sıralayıp rekabete sokmanın sakıncalarından bahsediyordu[1]. Bu mesaj kafamda rekabet konusunda bir yazı yazma fikrinin çağrışım yapmasına neden oldu. Hemen bilgisayarımın başına geçtim ve klavyenin tuşlarına dokunmaya başladım.

“Rekabet” kelimesi; “Aynı amacı güden kimseler arasındaki çekişme, yarışma, yarış.”  anlamına gelmektedir. Aynı meslek grubundaki insanların birbiriyle rekabet etmesi yani yarışması bu yönüyle normal karşılanabilir. Çiçekler ve meyveler de aynı amaç için çalıştıkları için aslında birbiriyle rekabet ediyorlarmış gibi görünebilirler. Fakat çiçekler seçmekten ziyade seçiliyorlar. Çiçekleri seçenler ise bal yapmak isteyen arılar ya da güzel görünmek isteyen insanlar. Çiçekler bunu hiç bilmese ve düşünemese de en güzel şekilde açıyor, en güzel şekilde meyveye duruyorlar. Meyve ağaçlarındaki meyvelerde çiçeklerin yolundan gidiyor. En güzel meyve olmaya çalışıyorlar ve birbirleriyle yıkıcı ve yıpratıcı bir rekabet içine girmiyorlar. Japonların Kaizen kalite modelinde her gün biraz daha kaliteli ve mükemmel iş yapma ilkesi sanki çiçeklere ve meyvelere bakarak modellenmiş gibi görünüyor. Her gün daha iyiye ve daha güzele doğru pozitif bir iç disiplinle ilerlemek çiçeklerin sürekli olarak yaptığı bir iştir.

Güneş her sabah doğar ve ışıklarını yeryüzüne gönderir. İhtiyacı olanlar güneşin ısısından ve ışığından yararlanır. Güneş bulutlarla rekabet etmez. Bulutlar fizik kanunlarına göre ısınan suyun buhar haline gelip yükselmesi ile oluşur. Yükseldikçe soğur ve yağışa dönüşürler. Bulutlar rüzgârla rekabet etmez. Yağmur yeryüzüne iner ve ihtiyacı olan canlı ve cansız ne varsa hepsine dokunur. Su canlılarla rekabet etmez. Toprak canlılara beşiklik eder. Bağrına bastığı çekirdekleri yeşertip büyütür. Toprak canlılarla rekabet etmez. Hava her canlının ciğerlerine girer ve hayatlarının devamına katkı sağlar. Nefesi içine çeken canlılarla rekabet etmez.

Gerçek rekabet komşusunun ürününü kötülemek değil kendi ürününün güzelliklerini anlatmaktır. Eğitimciler bir çiçeğe benzeyen çocuklara güneş gibi, toprak gibi, su gibi ve hava gibi yararlı olmak için çalışır. Bir meyve ağacının çiçeklerinin meyve olmak için olgunlaştığı gibi. Öğretmenler her gün daha iyiye ve daha güzele doğru bir adım daha ilerlemek için çalışırlar. Rekabet dünyasının acımasız çarkları ile savaşmak çiçeklerin tercih etmediği bir yoldur. Her bir öğretmen bir çiçek gibidir.

Dr. Nadir Çomak


[1] Sarısoy, B. YÖM okulları idari koordinatörü 17.04.2021 tarihli linkedin iletisi.

Yeni Yeterlilikler Kazanmak

Arthur Eddington’un dediği gibi: “Eğer kuramınız Termodinamiğin İkinci Yasası’na karşı geliyorsa hiç ümidi yok demektir, utanç ile yerle bir olması kaçınılmazdır.”

“Dijital Dönüşüm Çağı” olarak adlandırılan bir dönemi yaşıyoruz. Tekerleğin icadından bugüne dünya hızla değişti. Taştan ve ağaçtan yapılan tekerlekler bugün ABS, ASR fren sistemlerine sahip çelik jantlı ve esnek lastikli mükemmel aerodinamik bir yapıya ulaştı. Tek beygir tarafından çekilen arabalar bugün yerini 1000 beygir gücündeki motorlara bıraktı. Duman ve güvercinle haberleşen insanoğlu bugün 5G internet teknolojisi ile bir saniyelik gecikmelere bile tahammül edemiyor. 6G internet teknolojisi geliyor ve şimdikinden çok daha hızlı olacağı söyleniyor. Internet of Things (IoT) olarak adlandırılan “Nesnelerin İnterneti” ilk kez 1999 yılında Kevin Ashton tarafından önerildiğinde veriler, sunucu denilen yüksek kapasiteli bilgisayarlarda saklanıyordu fakat bugün fiziki donımlara ihtiyaç bırakmayan bulut teknolojileri kullanılır oldu.[1]

Akıllı şehirler inşa etmek için akıllı teknolojiler kullanarak nesnelerin karşılıklı konuşması ile ulaşımdan, enerji sektörüne, bilişimden, sağlık sektörüne kadar her alanda baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Geliştirilen robotik teknolojiler insan bedeni ile entegre olarak vücudun bir parçası gibi çalışmaya başladı bile. Yapay zekâ uygulamaları ile bilgi eskiden olduğundan daha hızlı üretilir hale geldi. Veri madenciliği (data mining) ile akıllı telefonlarımızı kullanarak sosyal medyada paylaştığımız her veri ticari bir sermaye haline geldi. Block Chain teknolojileri ile dijital paralar dünyamıza girdi bile. Bu baş döndürücü gelişmeler yaşanırken bilgilerimiz de geçerliliğini her geçen gün kaybediyor. Yazılım teknolojilerinde sürekli yeni sürümlerin piyasaya çıkması ile bilişim teknolojileri ve akıllı telefonlarımızı güncellemek (up date) ve donanımlarımızı yükseltmek (up grade) zorunda kalıyoruz.

İnsan, toplum halinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlıdır.[2] İnsan biyolojik ve fizyolojik olarak yaşar ve gelişir, psikolojik olarak duygusal ve bilişsel özellikler taşır, sosyal ve kültürel olarak da bir topluluk içinde insanlarla birlikte yaşamaya ihtiyaç duyar. Fizik kanunlarından termodinamiğin ikinci yasası olan entropi, düzensizlik katsayısı olarak bilinir. Kısaca enerjisini kaybeden cisimler bozulmaya ve çürümeye mahkûmdur. Arthur Eddington’un dediği gibi: “Eğer kuramınız Termodinamiğin İkinci Yasası’na karşı geliyorsa hiç ümidi yok demektir, utanç ile yerle bir olması kaçınılmazdır.”[3] Entropiyi sosyal olaylara uyguladığımızda kendini güncellemeyen, enerji almayan ya da öğrenmeyen insanların demode olacağı şeklinde yorumlayabiliriz.

Bu hızlı teknolojik dönüşüm çağında yaşayan bizler eskimemek ve çağın getirdiği yeniliklerin gerisinde kalmamak için ne yapmalıyız? Bu sorunun cevabını yazımın ilham kaynağı Enpara.com Dijital Bankacılık Direktörü Abit’in dediği gibi, yeni yeterlilikler kazanmalıyız şeklinde verebiliriz; “tek kariyerle yetinmeyin ve işletmeci iseniz Hukuk eğitimi almak gibi yeni bir alanda yeni bir eğitim alın ve yeni bir yeterlilik kazanın.”[4] Ben de son iki yıldan beri eskiyen ve geçerliliğini yitiren bilgilerimi ve yeterliliklerimi geliştirmek için çalışıyorum. Ne mi yapıyorum? Örneğin; üçüncü lisans eğitimimi alıyorum, ikinci doktoramı yapıyorum, antrenörlük sertifikamım seviyesini yükseltmeye çalışıyorum, danışmanlık sertifika programını tamamlıyorum, yeni kitaplar yazıyorum, yeni markalar geliştirip patentlerini alıyorum, beslenmeme ve sporuma dikkat ediyorum, yabancı dilimin seviyesini yükseltmek için çalışıyorum.

Gaz lambasının ışığında ilkokul ödevlerini yapmış ve bilgisayarı 1994 yılından beri kullanan X kuşağının bir temsilcisi olarak yaptıklarım ancak çağı yakalamak için küçük çabalar olarak görülebilir. Çünkü Z kuşağının harika gençlerinin başardığı muhteşem işlerin ve girişimlerin (STARTUP) yanında benimkiler minik adımlardan öteye geçemez.

Öğretmenlerimiz çocuklara ve gençlere yeni yeterlilikler kazanma konusunda örnek olmalıdır. Zamanın insanı bütün yönleriyle eskitmesinin karşısında canlılığımızı korumanın tek yolu yenilenmektir. Yenilenmek ise öğrenen insan olmaktan geçer, sürekli olarak enerji almak ve gelişmek. Entropi yasasına karşı koyup fiziksel olarak ölmemek imkânsız olsa da zihinsel ve duygusal olarak genç ve zinde kalmak her zaman mümkündür.

Ümitleri ve vizyonu canlı olan insanlar sonsuza kadar yaşayabilir.

Dr. Nadir Çomak

[1] Yudakul, A. 2021, Nesnelerin İnterneti, BÜMED, Sayı;246, s:24.

[2] https://sozluk.gov.tr/

[3] https://astronomi.itu.edu.tr/fizik/entropi/

[4] Abit, K. 2021, Boğaziçililer Deneyimlerini Paylaştı, BÜMED, Sayı;246, s:82.

Sizi Koşturacak ve Coşturacak (生きがい) IKIGAI’niz var mı?

Dr. Nadir Çomak

İstanbul’un bunaltıcı trafiğinde adım adım ilerlerken radyomun dijital tuşları 105.8 frekansında durdu. Programda Japonların yalın üretim felsefesi anlatılıyordu. Toyota’nın kalite felsefesini oluşturan bu anlayış, yalın akademiler sayesinde bir öğreti olarak yaşatılıyordu. Program zihnimde şimşekler çakmasına neden oldu. Ben de evimde NHK televizyonunu izleyen bir Japon kültürü hayranıydım.

Japonya Büyük okyanusun ortasında, Asya kıtasının doğusunda, kuzey doğu ve güney batı yönünde uzanan volkanik adalardan oluşuyordu. Genç bir topoğrafik yapıya sahip bu ülkedeki insanlar, sürekli olarak tarım, hayvancılık ve balıkçılık faaliyetleri ile uğraşmak zorunda kalıyorlardı. Yani sürekli olarak hareket halinde olan çalışkan insanlardı. Ayrıca tektonik olarak hareketli olan bu adalarda yaşayan insanlar depremlere karşı hafif ve dayanıklı binalar yapmak zorundaydı. Bu şartlar Japon halkını dayanıklı, esnek ve çevik olmaya yönlendirmişti. Aynı zamanda doğal yaşam içerisinde sade ve sağlıklı yaşamayı öğrenmişlerdi.

Bu düşüncelere dalmışken, hemen program konuğunun iletişim bilgilerini aldım ve kendisini arayarak görüşmek ve tanışmak istediğimi belirttim. Sarıyer’de bulunan Yalın Enstitü’ den Yalçın Bey ile çok keyifli bir sohbet yaptık. Yalçın bey otomotiv sektöründe yıllarca başarı ile çalışmış olan profesyonel bir yöneticiydi. Keyifli sohbetimiz sırasında bana Japon kalite anlayışını anlattı ve bana iki kitap tavsiye etti. Japon kültürünün kalitesini ve insanlarının uzun yaşamasının sırrını anlatan IKIGAI kitabı.

Birinci kitabı aldım ve hemen okudum. Kitapta Japonya’nın Okinawa adasında yaşayan insanların, uzun ve sağlıklı yaşam sırları anlatılıyordu. Bu sırlar, her gün yapacak bir amaç (IKIGAI) bulmak, erken kalkıp güne coşku ile başlamak, gün batana kadar fiziksel olarak çalışmak, doğal beslenmek ve eve yorgun aynı zamanda mutlu bir şekilde dönmek olarak sıralanıyordu.

İkinci kitabı alıp okuduğumda ise bu sırları nasıl hayata geçirdiklerini anlatan bir uygulama rehberi ile karşılaştım. Bu rehberde 35 uygulamadan bahsediliyordu. Bu maddeleri sizin için kitabın özüne bağlı kalarak alıntı yaptım ve kendi görüşlerimi de küçük dokunuşlar halinde ilave ederek, şu şekilde özetledim.

  1. Bir şeyi %10 geliştirmek istiyorsanız onu %100 geliştirebileceğinizi hayal edin. “Şinkansen” etkisini keşfedin. Alışılmışın dışına çıkın. Japon hızlı trenlerinin icat edilme hikayesini öğrenin.
  2. Ajandanıza yapılması “imkânsız” olan en az bir şey ekleyin. Fuji dağına en kısa zamanda çıkan insanın hikayesini öğrenin.
  3. Amacınıza ulaşmak için sabırlı ve sebatkâr olun. “Gabarimse” (sabrın ve sebatın gücü) sırrını keşfedin. Elinizden gelenin en iyisini yapın.
  4. 21 gününüzü olumlu ve yeni bir alışkanlık edinmeye adayın.
  5. Güvendiğiniz kişilerden geribildirim isteyin.
  6. Kendinize, tutkunuzu keşfetmek üzere size yol gösterecek bir akıl hocası bulun. Japonlar gibi sizin de bir “Senpai”niz olsun. Yani bir ustanın yanında yetişen bir stajyer (kohai) gibi ustanın yanında yetişin.
  7. Projeye dönüştürebileceğiniz bir şeyi örnek alın ve geliştirin.
  8. Sevdiğiniz ve sevmediğiniz şeyleri eleyerek keşfedin. Aslında kendi özünüzü keşfedin. IKIGAI’nizi yani, tutkunuzu, misyonunuzu, uğraşınızı ve mesleğinizi keşfedin. Mutlu ve coşkulu bir şekilde yaşayın. İşte o zaman asla yorulmazsınız.
  9. Her hafta, geliştirmek istediğiniz bir erdem üzerinde çalışın. Yani kendi niteliklerinizi geliştirin. Elmas, çelik gibi kendinizi işleyin ve parlatın. Franklin Günlüğü ilkesine göre her gün geliştireceğiniz belirli erdemler listeniz olsun. Her gün farklı bir erdem üzerine yoğunlaşın.
  10. Beraber gelişmek ve beraber kavramak adına, tutkularınızı sizinle aynı ruh halinde olan kişilerle paylaşın. “Gaşuku” seansları yapın. Uzmanlık alanındaki arkadaşlarınızla sinerji oluşturmak için kampa girin.
  11. Konfor alanınızın dışına çıkın ve yeni bölgeler keşfedin. Yani kazanda haşlanan kurbağa gibi olmayın. Yeni maceralar keşfedin.
  12. Acil olan önemli konulara öncelik verin (S. R. Covey, Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı). Her şeyi zamanında yapın. “Podomoro” (İtalya’da domates şeklinde zaman ölçer) tekniği ile işlerinizi 25 dakikalık bölümlere ayırın ve kısa teneffüsler verin. İşin sonunda uzun ve keyifli bir teneffüsü kendinizi ödüllendirin.
  13. Kazançlı olmayan her şeyden soyutlanın (Yararsız olan her şeyden). Wilfredo Pareto Etkisini öğrenin. Kıymetli olan %20 içinde gizlidir. %80 olan gereksizleri hayatınızdan temizleyin.
  14. Projelerinize size ilham verecek isimler takın. Kelimelerin gücünü keşfedin. Okuma (%10), işitme (%20), görme (%30) ve yapmanın (%90) öğrenme üzerindeki etkisini fark edin.
  15. Çocukluk hayallerinizi ve değerlerinizi yeniden keşfedin. İçinizdeki çocuğun gücünü yeniden keşfedin.
  16. Motive olmak için yaşamınızdaki büyük başarılarınızı hatırlayın. Nostaljik anılarınız olsun. Kendi kişiliğiniz üzerinde kişisel arkeolojik kazılar yapın.
  17. En yakın arkadaş ve dostlarınıza odaklanın ve onlara hak ettikleri değeri verin. Yeni arkadaşlıklar ve dostluklar kurun.
  18. Şimdiki zamanı anlayabilmek için geçmişte başınıza gelen olayları birleştirin. Hayatınızdaki farklı noktaları birleştirin ve yeni projeler yapın. S. Jobs’ın “apple” markasını tasarladığı gibi.
  19. “Teknoloji detoksu” yapın. Ekranlardan zaman zaman uzak kalın.
  20. Yemeklerinize ve boş zamanlarınıza “slow life” tekniğini uygulayın. Sakin ve sessiz yaşamı seçin, doğal ve sağlıklı beslenin. Daha uzağa gitmek için yavaş adımlarla ilerleyin.
  21. Dağılmadan bir seferde tek bir şeye odaklanın. Tek bir işte uzmanlaşın. “Bir koltukta iki karpuz taşınmaz” ilkesini aklınızdan çıkarmayın.
  22. Her gün en az beş dakikanızı kişisel bir konu üzerine yazmaya ayırın. Unutmayın yazmak terapi etkisi yapar ve iyileştirir. Mürekkebin ve kâğıdın gücünü keşfedin.
  23. Duygularınızı harekete geçirmek için “haiku” (Japon şiir sanatı) ile tanışın. Siz de Türkçe dilinde kısa şiirler yazmayı deneyin. İçinizdeki şairi ortaya çıkarın.
  24. Yaşamınızın her döneminde önemli kararlar almayı öğrenin. Hayatınızı değiştirecek yeni girişimler kurmaya açık olun.
  25. Cevabını bilmediğiniz sorulara ve düşlerinize danışın. İçinizdeki düş makinesini etkinleştirin.
  26. “Enso çemberi” çizerek akışa kapılın. İçinizdeki uyum ve ahengi yakalayın. Kaligrafi ve yazı sanatında ustalaşın. Kaligrafi sanatının S. Jobs’ın “Iphone” markasını geliştirmesindeki katkısını hatırlayın.
  27. Haftada bir “koan” çözün, yani bulmaca ve zekâ oyunları ile meşgul olun. 360 derece düşünme becerilerini geliştirin. Sorunları dikey, yatay, düzüne, tersine vb. açılardan düşünerek çözmeyi öğrenin.
  28. Günlük aktiviteleriniz sırasında farkındalık (mindfulness) egzersizi yapın.
  29. Kapılarınızı mutlu rastlantılara açın, sizi mutlu edecek fırsatları keşfedin. “Serendiplik” sırrını keşfedin. Rastlantısal icatlar tarihini okuyup öğrenin.
  30. Her gün bencillikten uzak bir davranış sergileyin. Empatik düşünün, paylaşın ve zenginleşin. Kibarlığınızı konuşturun. Küçük jestler ve küçük iyilikler yapın.
  31. Sizi mutlu eden insanlara düzenli aralıklarla kucak açın. Arayın sorun, ikram edin, duygu, düşünce ve ekmeğinizi paylaşın. Dokunmanın önemini keşfedin. Sevdiklerinize dokunun. Hayatınıza dokunuş katın.
  32. Arada sırada bir maceraya atılın ve sürprizlerle karşılaşmaya hazırlıklı olun. Plan ve plansızlık arasındaki farkı fark edin.
  33. Kaizen (PUKO döngüsü; planla, uygula, kontrol et, önlem al, organize et ve düzenle) ile IKIGAI’nizingelişimini bütünleştirin. Japon kalite felsefesi olan “kaizen” her gün az da olsa mükemmelleşmeyi hedefleyen bir kalite anlayışıdır. Öğrenen insan, öğrenen aile, öğrenen bir toplum olun.
  34. İlerlediğiniz yolda kendinizi sizi geliştirecek yönleri gösteren oklara doğru çevirin. Esnek olun. Okçuluk (Kyudu) sanatını keşfedin.
  35. Olumsuzluklardan uzaklaşın. Yani olumlu ve iyimser bir bakış açısı kazanmaya çalışın. Her şeyin iyisine ve güzeline bakmayı bir hayat felsefesi haline getirin. Olumsuzluklar içindeki olumluyu, çirkin gibi görünenler arasında güzellikleri keşfedin. “Toşugu” öğretisini keşfedin (üç maymun öğretisi Konfüçyüs’ün a priori yazıtlarından alınan bir Japon deyişine dayanıyor olabilir; “kötüye bakma, kötüyü dinleme, kötü söz söyleme”).

Bir radyo programı ile başlayan serüven beni bir bilge insanla tanıştırdı. Bilge insan beni bir kitapla tanıştırdı. Kitap beni bir yaşam felsefesiyle tanıştırdı. Böylece, her insanın hayatını renklendirecek ve yaşam kalitesini artıracak, ona enerji verecek bir IKIGAI’sinin olmasının ne kadar önemli olduğunu öğrenmiş oldum. Okuduğum kitabı özetleyerek ve öğrendiklerimle destekleyerek sizlere sundum. Bana çok yararlı oldu ve iyi hissettirdi. Umarım size de yararlı olur.

Sizin de IKIGAI’nizin olması dileklerimle mutlu ve sağlıklı günler dilerim.

Gençler Nasıl İş Bulur?

Dr. Nadir Çomak

Bugünkü yazımda iş arayan insanların iş ararken nasıl bir strateji izlemesi gerektiği konusunu işleyeceğim. Çünkü iş arayan genç insanların yaşadığı güçlükler beni derinden etkiliyor. TÜİK kayıtlarına göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı, Kasım 2020’de 4 milyon 5 bin kişi olarak kayıtlara geçti. Aynı dönemde işsizlik oranı yüzde 12,9 seviyesinde gerçekleşti. İşsiz olan insanlarımız iş bulma için nasıl bir yol izlemelidir? Nasıl bir düşünce biçimi geliştirmelidir? Nasıl harekete geçmelidir?

İş aramak, iş bulmak ve başarılı olmak için öncelikle doğal süreçlerin işleyişini iyi anlamak gerekiyor. Bunun için de bilimsel düşünce sistemini iyi kavramak gerekiyor. Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. Suyun buharlaşması için sıcaklık gerekir. Isısı artan su böylece buharlaşır ve yükselir. Yükselen su buharı bulutları oluşturur. Bulutlar yükseldikçe atmosferdeki sıcaklık miktarı düşer. Soğuyan su buharı damlacıklar halinde sıvı hale geçer. Ağırlığı artan su damlası yer yüzüne düşer ve böylece yağmur meydana gelir. İş arayan bir kişi de öncelikle içinde bulunduğu bunaltıcı ve zor şatların etkisi ile ısınınca buharlaşan bir su gibi yoğunlaşmalı ve düşüncelerine yükseklik kazandırmalıdır. Düşünceler yoğunlaşıp bir noktaya odaklandığı zaman yükseklik kazanır. Yoğunluğu ve yüksekliği artan düşüncelerin içinden çıktığı bir beyin böylece sürekli çalışarak çözüm aramaya başlar. Burada püf noktası düşünceyi tetikleyecek bilgi taneciklerinin olmasıdır. Su olmadığı zaman buharlaşma da olmayacağına göre, bilgi kırıntıları olmazsa proje üretecek doğru bilgiye de ulaşmak güçleşir. Zaten değirmen taşında buğday tanesi yoksa un öğütmezsiniz. Bu adımda çıkaracağımız 1. Sonuç; İş aramak ve bulmak için bilgi seviyenizi artırın.

Buharlaşan suyun saf suya dönüştüğü gibi bilgiden süzülüp yükselen düşünceler de saf bir hale gelir. Su damlasına dönüşen su buharı gibi sizin kafanızdaki düşünceler de çağrışım yaparak proje fikri haline dönüşür. Bu adımda çıkaracağımız 2. Sonuç; Bilgileriniz işe yarayan projeler haline gelmedikçe bir kıymeti yoktur.

Yağmurun nereye düşeceğini belirleyen en önemli faktör rüzgâr sistemleridir. Rüzgarlar tarafından savrulan bulutlar genelde bir yükseltiye çarparak dağın yamaçlarında yağmura dönüşür. En fazla yağış alan dağlık deniz kıyılarına örnek olarak Doğu Karadeniz kıyıları gösterilebilir. Buradan çıkaracağımız 3. Sonuç; Yağmur damlası gibi değerli proje fikirlerinizin çarpıp yağışa dönüşmesi için kendinize doğru bir rüzgâr sistemi bulun. Yani projelerinizi sürükleyip uygun bir coğrafi konumdaki yükseltilerle buluşturacak bir network sisteminden bahsediyorum. Uygun bir proje ikliminin oluşması için kendinizi anlatabileceğiniz bir ekosistem oluşturmanız gerekir. Bu örnekten çıkaracağımız 4. Sonuç; Doğru proje fikrini doğru insanlara ulaştırmak gerektiğidir. Pazarda maydanoz satılır fakat altın satılmaz.

Yer yüzüne düşen yağmur damlaları uygun bir toprağa düşerse yararlı olur. Sizin üreteceğiniz projeler ve iş geliştirme fikriniz de ancak doğru bir zeminde karşılık bulabilir. Buradan çıkaracağımız 5. Sonuç; Projelerinizi ve iş fikrinizi susamış topraklar gibi yağmur bekleyen ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak gerektiğidir.

Genel bir değerlendirme olarak şunu söyleyebiliriz: İş arayan genç insanlar yeni bilgilerle zihinlerini sürekli zenginleştirmelidir. Zenginleşen düşünceler yükselir ve çağrışım yapan bir ilhama dönüşür. Fikirlerin savrulması kaçınılmaz olduğu için doğru bir mecrada ve doğru bir yöntemle ve uygun bir sistematiğe göre düzenlenerek yapılandırılmalıdır. Bu noktada bilişim teknolojileri ve sosyal medya araçlarını kullanarak proje ve iş fikrini çarpıcı bir biçimde sunmak gerekir. Çünkü, ormanda bir kuş ötse ve onu kimse duymamış olsa, o kuş ötmüş sayılmaz (P. Drucker diye hatırlıyorum). Siz de proje ve iş fikrinizi doğru muhataplara ulaştırmak için çalışmalısınız. Çalışırken de dayanıklı, esnek ve çevik olmalısınız. Tıpkı bir su damlasının yaptığı gibi. Su damlaları asla vazgeçmez ve engelleri sızar geçer, aşar geçer, uçar geçer ya da buz olur ve kayaları çatlatır yine hedefine ulaşır. Bu noktada iş aramak ve bir iş fikri geliştirmek için su gibi girişimci olmak gerekir. Özgüveninizi kaybetmeyin, vaz geçmeyin, pes etmeyin ve girişimcilik ruhunuzu koruyun. Ümitsizliğe kapılmadan ve bıkıp usanmadan girişim yapmaya ve sesinizi sosyal medya araçlarını kullanarak doğru yerlere ulaştırmaya devam edin. Proaktif bir iç disiplinle hareket edin (S. R. Covey) ve olumlu düşünerek ve etkili iletişim tarzını kullanarak ve her şeye rağmen yüzünüzdeki tebessümü kaybetmeksizin çabalamaya devam edin (Savaşçı, D. Cüceloğlu).

Dünya hali, işinizi kaybedebilirsiniz, bir müddet işsiz de kalabilirsiniz fakat ümitsiz ve çabasız kalmayın. Ümit ve gayret size her gün yeni bir yaşama enerjisi verir. Her sabah uyandığınızda sizi akşama kadar koşturacak ve coşturacak bir amacınız (IKIGAI) olsun.

Savaşçı Genç Öğretmenin Hikâyesi

Dr. Nadir Çomak

Genç öğretmen, idealleri ve öğretme aşkıyla başladığı öğretmenlik yolculuğunda, işini kaybetmişti. İstanbul’da bir inşaat firmasında iş bulduğu için ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşme kararı almışlardı. 12 Kasım 1999 Düzce depreminin olduğu gece İstanbul’a gelmek için yola çıktılar.

İnşaat firmasında bir yıl çalıştıktan sonra, ders verdiği öğrencilerini özlediği ve öğretme aşkı depreştiği için bir radyoda, eğitim programı hazırlayıp sunmaya başladı. Bu, onu bir nebze rahatlatsa da inşaat işinde daha fazla çalışamayacağını anlamıştı. Bunun üzerine özel bir öğretim kurumunda öğretmen olarak iş bulup inşaat işinden ayrıldı.

Sabah erkenden Kadıköy sahiline gelip yeni doğan güneş ışıklarının Sarayburnu sahilini ve İstanbul’un sahil şeridini bir sinema perdesi gibi aydınlattığını hayranlıkla izledi. 2001 ekonomik krizinin yaşandığı zorlu yıllardı ve iki dershanede aynı anda çalışmaya başlamıştı. Özel öğretim kurumlarında çalışmanın ateşten gömlek giymek gibi olduğunu yeni anlayacaktı. 

Elinden gelen bütün özveriyi göstererek maksimum performansla çalışmaya gayret ediyordu. Ekonomik krizin etkisi derinden derine hissediliyordu ve maaşını zamanında alamamaya başlamıştı. Özel öğretim kurumlarında, mart ayından sonra gelecek yılın sözleşmelerinin yapılma zamanı geldiği için bütün öğretmen arkadaşlarını bir telaş almıştı. Çalıştıkları kurum kendileriyle sözleşme imzalamazsa halleri nice olacaktı? Öğretmenler odasında maaşını alamayan öğretmenler, dershaneyi bırakıp gitmeyi konuşuyordu. Savaşçı genç öğretmen “Ben para alamasam da öğrencilerimi bırakmam” diyerek görevine devam etme kararı almıştı. Bu karardan sonra O ve Ondan etkilenen diğer öğretmenler de kurumda sene sonuna kadar çalışmaya devam etmişti.

Bu arada tam 84 özel öğretim kurumuna, özgeçmişini göndererek iş başvurusunda bulundu. Mart ve haziran ayları arasında bu kurumların pek çoğu ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler sonucunda dört özel öğretim kurumu tarafından sözleşme imzalamak için davet edildi ve bu kurumlardan birisiyle anlaştı. Bu süreçte ümidini, çalışma azmini kaybetmedi, yılmadı, bıkmadı ve yaşama enerjisini hiç kaybetmedi. Toplu taşıma araçlarında kendisini motive eden ve ayağa kaldırıp koşturan kitaplar okudu. Doğan Hoca’nın 2001 yılında yayımlanan “Savaşçı” kitabı gibi motivasyon içeren, kişisel gelişim kitapları okuyarak moral depoladı ve güçlüklerle savaştı. Kendisine, anlamlı ve coşkulu bir yaşam için çalışan, Savaşçı ismini takmıştı.

Savaşçı, yeni anlaştığı öğretim kurumunda göreve başladığı ilk günlerde kendisini şaşırtan birkaç olay yaşadı. Bunlardan birisi yeni göreve başladığı okulun lavabo musluklarından soğuk suyun yanında sıcak suyun akmasıydı, ikincisi de lavabolarda kâğıt peçete bulunmasıydı. Çünkü ayrıldığı öğretim kurumunda bir yıldan beri bu iki ayrıcalığı hiç yaşamamıştı!

Öğretim kurumuna verdiği özgeçmişte, kendini tanımlarken kullandığı “Ortama pozitif katkı sağlayan proaktif bir kişilik” ifadesinin, bu kuruma alınmasında etkili olduğunu, göreve başladığında kurum yöneticisinden öğrendi. Yeni kurumda özveri ile çalıştı, projeler üretti, olumlu bir iletişim geliştirdi ve kurumuna değer katmak için canla başla çalıştı. Yılsonu geldiğinde yeni sözleşme dönemi başlamış ve bütün öğretmenleri yine tatlı (!) bir telaş almıştı. Ya kurumumla anlaşamazsam! Ne yaparım?

Bu kurumda huzurlu ve mutlu bir şekilde çalışan Savaşçı Öğretmen bir özel öğretim kurumunun kurucusu konumundaki öğretmen arkadaşının sözleşmesinin yenilenmemesi nedeniyle işsiz kalmasından çok etkilenmişti. Özel öğretim kurumlarında, üst düzey bir gayretle çalışılıyor olmasına rağmen iş garantisinin olmaması konusunu, ciddi ciddi düşünmeye başladı. Bu düşünce MEB bünyesindeki devlet okullarına kadrolu olarak geçmeye karar vermesinde etkili oldu. Çünkü özel öğretim kurumlarında çalışmak gerçekten ateşten gömlek giymek kadar zordu.

Savaşçı Genç Öğretmen yıllar sonra geçmişe baktığında çok önemli kazanımlar elde ettiğini fark etti. Bu kazanımlardan en önemlilerini şöyle sıralıyordu:

  • İnsan nerede çalışırsa çalışsın, proaktif bir disiplinle ve özveriyle çalışmalıydı.
  • Bir öğretmenin, güçlüklerin hakkından gelmesi için bilgiyle beslenmesi gerekliydi.
  • Hayat yolundaki zorlukları aşmak için ümidini ve yaşama enerjisini kaybetmemesi çok önemliydi.
  • Etkili iletişim ve iyi bir sosyal çevre, öğretmenin iş bulması için son derece önemliydi.
  • İnsanın hayatında kurduğu ilişkiler, hayatının sonuna kadar devam ettiği için kalıcı dostluklara önem vermenin değeri iyi anlaşılmalıydı.
  • İster özel öğretim kurumlarında, isterse devlet kurumlarında başarılı bir öğretmen olarak çalışabilmek için insanın kendisini sürekli olarak geliştirmesi ve yenilemesi gerekliydi.
  • Bir öğretmene enerji veren en önemli sevgi kaynağı, öğrencileriyle kurduğu sevgi temelli gönül bağıydı.

Savaşçı Genç Öğretmenin yaşadıklarından hareketle, bugün kapanmak durumunda kalan özel öğretim kurumlarından ayrılmak zorunda kalan veya atama bekleyen genç öğretmenlere şu önerilerde bulunabiliriz:

  • Kendinizi geliştirmeyi ihmal etmeyin.
  • İletişim kanallarınızı canlı tutun.
  • Yeni bilgiler öğrenmekten vazgeçmeyin.
  • Yaşam enerjinizi kaybetmeyin.
  • Ümitsizlik ve karamsarlığa kapılmayın.
  • Farklı iş alanlarında çalışmaktan korkmayın.
  • Proje üretmekten ve yeni girişimler yapmaktan çekinmeyin.
  • Sosyal medya araçlarını etkili kullanın ve kendinizi iyi tanıtın.
  • Pandemi sürecinde geniş zaman fırsatını kullanarak yeni yeterlikler edinin.
  • Proaktif ve çözüm üreten bir bakış açısına sahip olun.
  • Dayanıklı, esnek ve girişimci olun.
  • Sevgiyle kalın.

Dr. Nadir Çomak

Bir Okul Kütüphanesinin Kuruluş Hikayesi

Dr. Nadir Çomak

Öğretmenlik hayatımın henüz ikinci yılında bozkırın ortasındaki şirin bir Anadolu kasabasına tayinim çıktı. Göreve başladığım meslek lisesinin yeni yapılmış güzel bir okul binası vardı. Okulun ikinci katında kapısı kapalı olan geniş bir salon dikkatimi çekti. Kütüphane olduğunu öğrendiğim bu geniş salonu gezdiğimde içeride boş duran kitap dolaplarını görünce içim burkulmuştu. Kütüphanenin kapısında küçük bölmeleri olan bir kitap katalog dolabı vardı. Dolabın çekmecelerinin açtığımda içerisinde kitapların kimlik kartlarını takmak için özel bir aparat olduğunu gördüm. Boş dolapları kitaplarla boş katalog çekmecelerini de kitap fişleriyle doldursam ve çocuklar kütüphaneyi doldurup kitap okusa ne kadar güzel olur diye içimden geçirdim. Dönemin henüz başında yapılan öğretmenler kurulu toplantısında eğitsel kollar ve rehberlik yapacağımız sınıflar seçiliyordu. Konuşma sırası bana gelince “Kültür ve Edebiyat Kolu” nu almak istediğimi belirttim. Okul müdürümüz isteğimi kabul etti ve böylece çalışmalarıma başladım. Hayalimi gerçekleştirmek ve bir kütüphane kurmak istiyordum. Öncelikle projemi müdür beye söyledim ve kendisinin tam desteğini görünce cesaretim daha da arttı. Öncelikle öğrencilerime kitabın ve kütüphanenin önemini anlattım ve birlikte bir kütüphane kurma fikrimi açtım. Öğrencilerimle birlikte önce bir kitap toplama kampanyası başladık. Toplanan kitapların uygun olanlarını seçerek raflara yerleştirdik. Kütüphane rafları yavaş yavaş dolmaya başladıkça öğrencilerimin yüzü gülmeye başlıyordu. Onları sevinçli görmek beni daha da motive ediyordu. Kütüphanemizdeki kitapların sayısı arttıkça bu kitapları kategorize etmek ve düzenlemek ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Kitapların Dewey onlu sistemine göre katalog fişlerini oluşturarak kütüphane kapısında bulunan katalog dolabına yerleştirdik. Öğrencilerimin yüzü daha da gülmeye başladı. Kütüphaneye ilgiyi artırmak için projeler geliştirmeye başladık. Geliştirdiğimiz projelerden birisi de kütüphaneyi cazip hale getirmekti. Bu amacımızı gerçekleştirmek için düşünürken okulda öğrenciler tarafından kullanılan öğrenci kimlik kartlarının olmadığı dikkatimi çekti. Okul adına güzel tasarlanmış, güzel bir logosu olan, öğrencinin resminin üzerinde bulunduğu bir kimlik kartı tasarımı yaptırıp matbaada renkli olarak bastırdık. Bu kart aynı zamanda kütüphane kartı yerine de geçecekti. Yaptığımız bu yenilik öğrencilerimiz tarafından ilgiyle karşılandı. Kütüphanemizi gezmek isteyen meraklıların sayısı artmaya başlamıştı ve artık kütüphanemizi açma zamanı gelmişti. Kütüphanemizde görevli bir memur bulunmadığı için öğrencilerin nöbet sistemiyle kütüphaneyi açık tutup çalıştırmaya başladık. Oluşturduğumuz klasör sistemi ile kitap alıp veren öğrencilerin takibini yaptık. Okulda kitap sevgisini artırmak için haftalık kitap okuma yarışmaları düzenlemeye başladık. Her haftanın en fazla kitap okuyan ilk üç öğrencisine okul bayrak töreninde kitap hediye etmeye başladık. Okuma alışkanlığını artırmak ve kitabı sevdirme gayretlerimiz meyvesini vermeye başlamıştı. Aradan bir yıl geçmişti. Bir üniversiteye akademisyen olarak başlamak için bir yandan sevinç bir yandan da kütüphanemden ayrılmanın hüznüyle okulumdan vedalaşarak ayrıldım. Aradan birkaç ay geçmişti. Ayrıldığım okulun müdürü beni aradı ve bir belge vermek için okula davet etti. Okula vardığımda Millî Eğitim Bakanlığı tarafından aylıkla ödüllendirme belgesi ile taltif edildiğimi öğrendim. Belgenin veriliş nedenini okul müdürüne sorduğumda, bakanlık müfettişlerinin okula geldiğini ve kütüphanedeki kitap okuma kayıtlarını inceleyerek kütüphanenin çalışmasında gösterdiğim gayret için ödüllendirildiğimi öğrendim. Aslında bu ödül bana değil kitabı seven öğrencilerime, kütüphane projemize destek olan öğretmen arkadaşlarıma ve çalışmalarımıza imkân sunan okul müdürümüze verilmişti. Böylece hayatımın en anlamlı ödülünü almış oldum. Kitap sevgisi ile başlayan ve küçük bir Anadolu kasabasının şirin bir okulundaki kütüphane açmakla sonuçlanan samimi gayretimiz hiç ummadığım ve beklemediğim anda güzel bir şekilde ödüllendirilmişti. Bu okuldan mezun olan ve kitap sevgisiyle yetişen öğrencilerimle zaman zaman görüşüp o güzel günleri anıyoruz.

Çocuklara Kitap Seçerken Nelere Dikkat Edilmelidir?

Dr. Nadir Çomak

Giriş

Çocuk öğrenerek büyür ve yetişkin bir insan olur. Çocuğun zihin dünyası çevresindeki insanlardan duydukları ve gördükleriyle şekillenir. Çocuğun öğrenmesinde örnek alma ve modelleme önemli bir yer tutar. Sosyal medya alışkanlıklarının sanal bağımlılıklara neden olduğu günümüz dünyasında çocukların yeni bilgiler öğrenmesinde kitap okumanın önemi geri plana itilmektedir. Günümüzde çocuklara erken yaşlarından itibaren kitap okuma alışkanlığı kazandırmak belki her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Çünkü ekranların cazibesi yetişkin insanları olduğu gibi çocukları da kendine çekmektedir. Çocukların kitapla tanışması bir tören havasında yapılmalıdır. Çocuklar öncelikle kitabın görsel öğelerine ilgi gösterir. Okumayı bilmeyen çocuklar öncelikle görsellerle ilgilendiğine göre kitap resimlerinin bir sanat eseri niteliğinde olması gerekir. Çünkü çocuk aslından kitapla tanışırken sanatla tanışmaktadır. Bu açıdan baktığımızda çocukların okuyacağı kitabın seçimi bir kat daha önem kazanmaktadır. Çocuklar özellikle küçük yaşlarından itibaren kitapları kendileri seçemez. Ebeveynler tarafından ve özellikle anneler tarafından seçilen kitaplarla tanışırlar. O halde ebeveynlerin nitelikli kitapları seçme becerilerinin yeterli olması beklenir. Okul öncesi döneminden itibaren öğretmeneler kitap seçimi konusunda ebeveyn üzerinde daha etkili olmaya başlamaktadır. Bu nedenle hem öğretmenlerin hem de ebeveynlerin kitap seçim ve değerlendirme kriterleri konusunda yeterli olması gerekir. Fakat yapılan araştırmalara göre durumun tam da böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Bu makalede çocuklar için seçilecek kitapların niteliklerinin neler olması gerektiği konusu incelenecektir.

Çocukluk Dönemi

İnsan hayatının belirli dönemleri vardır. Bu dönemler çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık olarak dört kategoride ele alınabilir. Çocukluk dönemi bebekliğin sona erdiği 18 aylık dönemden başlayıp ergenliğin başladığı 12-14 yaşlarına kadar devam eden dönemi kapsar. Bu dönem ilk çocukluk ve son çocukluk olarak ikiye ayrılır. Çocukların güven ve başarma, bir gruba dahil olma, oyun ve estetik gibi bazı temel ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlara bağlı olarak çocuk kitabının temel amacı, çocuğun ruhsal ihtiyaçlarını karşılamak, gelişimine katkı sağlamak, okuma alışkanlığı kazandırmak, estetik değerler kazandırmak ve eğitime yardımcı olmaktır (Uçak, N. Ö., 2010). Bu amaçların gerçekleşmesi için hem çocuğu tanımak hem de kitabı tanımak gerekir. Çocuğu tanımayanlar doğru kitabı alamayacağı gibi kitabı tanımayanlar da çocuğun ihtiyaçlarına ve gelişim özelliklerine uygun kitap seçme hususunda yetersiz kalabilir. Kimi araştırmacılara göre çocuk kitap ilişkisi çocuk 11‐12 aylıkken başlar. Çocuğa konuşma öğretilirken bir yandan da kitap okunabilir. Çocuklar farklı dönemlerde farklı kitaplara ilgi duyarlar. Kitaba olan ilgide çocuğun gelişim özellikleri kadar kişisel özellikleri de rol oynar. Yaşa ve çocuğun özelliklerine göre uygun kitapların seçilmesi önemlidir (Uçak, N. Ö., 2010). 

Kitap seçimi ve ilgi:

Seçilecek kitabın çocuğun ilgisini çekmesine özen gösterilmelidir. İlgi, bir konuya veya bir şeye karşı daha dikkatli olma durumudur.

“İlgi; dikkati artırmakta, anımsamayı ve bilgilerin bellekte düzenlenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu açıdan öğrenme sürecinde çok önemlidir… İlgi, okuma ilgisi olarak ele alındığında da aynı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Okuma ilgisinin çocuğun amaçlarını belirlemesinde, başarılı olmasında ve boş zamanlarını değerlendirmesinde önemli bir yeri bulunmaktadır…. Okuma ilgisinin niteliği incelendiğinde; çocuklarda sürekli, aralıklı, aktifleştirici, pasifleştirici, hareket ya da konu ağırlıklı, somut-soyut ,sözel-sayısal ve bireysel ya da gruba dönük gibi çeşitli nitelikte okuma ilgilerinin olduğu görülmektedir… Bamberger çocukların okuma ilgilerini dört başlık altında toplamaktadır: 1-İlk okuma ilgisi 2-Yetenek ve kişilik geliştirme ilgileri 3-Çevreyi ve dünyayı anlama ilgileri, 4-Geçici ilgiler (Güneş, 2006).

Bu ilgi alanları dikkate alınarak çocukların gelişim seviyelerine uygun kitaplar seçilmelidir. Seçilen kitaplar çocuğun ilgisini toplamalı dikkatini çekmelidir. “Dikkat, Zihnin bir obje üzerinde yoğunlaşmasıdır. Dikkat üç düzeye ayrılmaktadır. Bunlar: Pasif dikkat, kendiliğinden dikkat ve istençli dikkat (Güneş, 2006). Kitabın fiziksel özellikleri, cilt ve kapak tasarımı ile kâğıt kalitesi ve görsellerin sanat kalitesi ilk etapta çocukların dikkatini çeker. Çocukların dikkati kitap üzerine toplandıktan sonra içeriğin toplanan dikkati sürdürmesi beklenir. Bu noktada kitap metninin edebi sanat değeri devreye girer. Görsel ve metin birbirini desteklediği sürece çocuğun ilgisi ve dikkati canlı tutulabilir. Buna göre kitabın niteliklerinin değerlendirilmesinde dikkat edilecek kriterleri iki başlı altında ele almak uygun görülebilir. Bunlar:

1-İçerik açısından: Konusu, dili, anlatım özellikleri.

2-Biçim açısından: Kitabın boyutları, kağıdın cinsi, puntolar, sayfa düzeni, resimlerdir (Uçak, N. Ö., 2010).

Okullarda okutulacak ders kitaplarının değerlendirme ölçütleri MEB-TTKB[1] tarafından belirlenmektedir. Fakat okul öncesi eğitimi kurumlarında okutulan hikâye ve masal kitaplarının değerlendirme kriterlerini belirleyen bir mekanizma yoktur. Bu nedenle hem öğretmenler hem de ebeveynler kaliteli kitap seçme konusunda yeterlilik kazanması önemlidir. Burada devreye giren diğer önemli bir faktör de özellikle küçük yaş gruplarında kitabı okuyan kişinin ses tonu ve okuma becerisidir. Hikâye veya masal okuma becerisi de çocukların dikkatini ve ilgisini artırmak için etkili bir unsurdur.

Yaşa göre kitap seçimi

Çocuklara kitap seçiminde yaş ve gelişim aşamalarının önemine değinmiştik. Burada yaş gruplarına göre çocukların ilgisinin hangi alanlarda yoğunlaştığını inceleyeceğiz:

  • 1-2 yaş, kitaba ilginin başladığı dönem.
  • 2-4 yaş, çocuğun kavramsal gelişimini tamamlayacak renkli ve resimli kitap dönemi.
  • 4-6 Yaş, kavram ve dil gelişimine katkı sağlayacak tekerleme, bulmaca, bilmecelerden hoşlanma dönemi.
  • 7-8 Yaş, okuma, yazma alışkanlığının oluştuğu dönem.
  • 9-10 Yaş, kendi cinslerine göre arkadaş seçtikleri dönem, çizgi ve resimli romanlara ilginin arttığı dönem.
  • 11-12 Yaş, cinsiyete göre kitap seçimi daha da belirginleşir. Macera ve spor kitapları ile duygusal kitaplar daha fazla ilgi çekmeye başladığı dönem.
  • 13-14 Yaş, çocukluktan gençliğe geçisin başladığı yıllardır. Çocuğun kendine rol model aradığı yıllardır. Biyografiler, romantik hikaye ve romanlar, macera ve dedektiflik hikayeleri ilgi çektiği bir dönemdir (Uçak, N. Ö., 2010).

Çocukların okuma ilgileri konusunda önemli araştırmalar yapmış olan Schliebe- Lipert ve A.Beinlich, biraz daha genel bir sınıflandırma yapmıştır. Buna göre:

  • 2-5,6 yaş, resimli kitap ve çocuk tekerlemeleri dönemi,
  • 5-8,9 yaş, peri masalları dönemi,
  • 9-12 yaş, gerçeklere yönelme dönemi,
  • 12-14,15 yaş, macera dönemi,
  • 14-17 yaş, olgunluk dönemi (Güneş, 2006).

Her iki sınıflandırmanın da ana hatlarıyla birbiriyle uyumlu olduğu görülmektedir. Bu bilgiler ışığında çocuklar için kitap seçiminde çocukların yaş ve gelişim alanlarına göre değişen ilgi alanlarının dikkate alınmasının ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır.

Çocuk kitabında olması gereken özellikler:

Çocuk doğası gereği çok hassas ve nazik bir yapıdadır. Kitaplar çocukların bilişsel, duygusal ve dil gelişimine olumlu katkı sağlaması için alınır ve okunur. Kitapların niteliğinin yeterli olmasının eğitim pedagojisi açısından gerekli ve zorunlu olmasının ötesinde kitap içerisinde çocukların zihin ve ruh dünyasını tahriş edip onlara zarar verecek görsel ve metin içeriği bulunmamasına ayrıca dikkat edilmelidir. Bu zararlı içerikler şu şekilde ifade edilmektedir. “Önyargılar, batıl inançlar, bağnazlıklar, her türlü ayrımcılık (din, ırk, cinsiyet), katı ahlak kuralları, hoşgörüsüzlük, ümitsizlik, acımasızlık” (Uçak, N. Ö., 2010). Zaman zaman medyaya yansıyan uygunsuz kitap içeriklerine rastlanıyor. Kültür Bakanlığı tarafından ISBN numarası verilerek basılıp yayınlanan kitapların herhangi bir denetim mekanizması bulunmuyor. Yayınevinin editör denetimi dışında bir denetim bulunmuyor. Ancak bir şikâyet olması durumunda yayınevi tarafından basılan kitabın zorunlu olarak verildiği kurumlar tarafından gerekli incelemeler ve hukuki işlemler başlatılır. Kitapların içerik denetiminin yapıldığı devlet kurumlarına örnek olarak MEB-TTKB’ğını verebiliriz. Burada da bakanlığın zorunlu olarak okuttuğu kitapların incelemesi yapılır. Fakat TTKB’ğı tarafından incelenerek basılmış olan kitaplarda bile bir takım içerik hataları olabiliyor. Bu nedenle özellikle kitap denetiminin olmadığı okul öncesi kurumlarına zaten devletin izniyle kitap tavsiyesi yapılmamaktadır. Buna rağmen serbest piyasa şartları gereği okullara kitaplar girmese de öğretmenler tarafından ebeveynlere tavsiye edilip aldırılması sık karşılaşılan bir uygulamadır. Bu nedenle öğretmenler ve ebeveynler, nitelikli kitabı bizzat inceleyip değerlendirebilecek bir yeterliliğe ulaşmalıdır. Piyasa da yaklaşık olarak 10.000’den fazla çocuk kitabı olduğu tahmin edilmektedir (Neyd, 2010). S.134 Bu nedenle çocukların okuyabilecekleri kitapları özenle seçmek gerekir. Tam da bu noktada çocuklara kitap seçerken hangi ilkeler dikkat edilmelidir, sorusu akla geliyor.

Çocuk kitabında olması gereken özellikler:

Çocuk kitaplarında bulunması gereken özellikler şu şekilde özetlenebilir:

  • Kitaplar, çocukları okumaya isteklendirecek ilgi çekici bir biçimsel tasarımda hazırlanmalıdır.
  • Kitaplarda çocukların içtenlik ve samimiyetine uygun bir dil kullanılmalıdır.
  • Yazar kurguladığı metindeki olaylarda, çocuklarla yakınlık kurabilmelidir.
  • Kitaplar çocuklara kavrayamadığı ve yapamayacağı sorumluluklar vermemelidir.
  • Kitaplar çocukların kavramsal ve dil gelişimine katkı sağlamalıdır.
  • Kitaplarda görsel ve içerik uyumu olmalıdır.
  • Kitaplar görsel ve dil özellikleri yönünden çocuğun sanat ve zihinsel eğitimine olumlu katkı sağlamalıdır.
  • Kitaplar çocuğun yaşına ve hayatın gerçeklerine uygun olmalıdır.
  • Kitapta anlatılanlar çocukların kendi gerçekliğine uyum göstermelidir.
  • Çocukların demokratik düşünce gelişimine katkı sunmalı, hayatın bir gerçeği olarak şiddet olgusu varsa çocuğun gelişim özelliklerine uygun olmalıdır (Sever, (2003); Deretarla Gül, (2005).

Kitap Nasıl Seçilmelidir?

Çocuğa kitap seçerken öncelikle onun yaşını, duygu dünyasını, kültürel arka planını deneyimlerini, kaygılarını korkularını, umutlarını, kafasındaki soruları ve sorunları, arayışlarını, çıkmazlarını dikkate almak gerekir (Neyd, 2010: S.310). Acaba çocukların yerine okunacak kitapları seçip alan ebeveynler bu ilkelere dikkat ediyor mu? Kitap satış danışmanlarının kitap seçimindeki görüşlerinin incelendiği bir araştırmanın sonuçlarına göre öğretmenlere, ebeveynlere ve kitap danışmanlara şu önerilerde bulunulmuştur:

  • Öğretmenlerin satış mağazalarına nadiren gelmektedir. Öğretmenler kitapçılara gelip kitapları inceleyip satış danışmanlarının önerilerini almaktan ziyade velilere hazır kitap listeleri vermeyi tercih ediyorlar. Araştırma bulgularından hareketle öğretmenlere kitapları inceleyerek kitap tavsiye listelerini oluşturmaları önerilmektedir.
  • Araştırmada kitap seçimi konusunda kitap satış danışmanlarının görüşlerine sıklıkla başvurulmaktadır. Bu nedenle satış danışmanlarının, kitapların içeriğini bilmesi ve bu doğrultuda tavsiyelerde bulunması önerilmektedir.
  •  Araştırmada kitap satış mağazalarına gelen kişilerin genellikle ebeveynler olduğu belirtilmektedir. Çocuğuyla birlikte gelen aileler ise kitap seçimini çocuğun ilgi ve ihtiyacına yönelik değil kitabın maddi boyutunu göz önünde tutarak yapmaktadırlar.
  • Ebeveynler çocuğun ihtiyaçlarına, ilgilerine ve görüşlerine çok az müracaat etmekte ya da hiç müracaat etmemektedir. Bu hususta ebeveynlere çocuklarının ilgi ve görüşlerinden hareketle kitap almaları önerilmektedir”(Çetinkaya, F. Ç. Durmaz, M. Öksüz, 2020).

Acaba okul öncesi eğitim kurumlarında çocukların okuması için ebeveynlere tavsiye edilecek kitapları kim seçiyor? Okul öncesi öğretmenlerinin sınıflarında güncel, çok satan, ödüllü yazarların kitaplarından çok klasik masalları okuduğunu göstermektedir. Öğretmenlerin seçimlerini yaparken belirli gün ve haftaları, kitapların öğreticiliğini ve kazanımlara uygunluğunu dikkate aldığı görülmüştür. (Adak Özdemir, A. ve Özdemir Beceren, 2020). “Yapılan başka bir araştırmada, öğretmenlerin ve ebeveynlerin kitap seçerken edebi sanat değeri taşıyan kitapların yerine ucuz kitaplara yöneldiği ve bu nedenle niteliksiz kitapların okullara rahatlıkla girdiği belirtilerek, öğretmenler ve anne babaların, çocukların gelişim düzeylerine uygun kitap seçemediği ve alınan kitapları da etkinliklerde kullanılmadığı belirlenmiştir”(Bulut, 2018). Bu araştırma bulgularından hareketle öğretmenlerin ve ebeveynlerin kitap seçimi konusunda bilinçlendirilmesinin önemi bir net bir şekilde anlaşılmaktadır. Almış olmak için kitap almak yerine az da olsa nitelikli kitap almanın önemi de anlaşılmaktadır.

Sonuç ve öneriler

“Çocuğun okuma ilgisine dönük onun zihinsel, duygusal, ruhsal ve dilsel gelişimlerini desteklemek; iyi vatandaş olarak yetişmesini sağlamak ve boş zamanlarını değerlendirmek amacıyla hazırlanan nitelikli kitaplar seçilmelidir” (Güneş, 2006). Çocuklara kitap almanın amacı alınan kitabın okunmasıdır. O halde çocuklara kitap okuma alışkanlığı nasıl kazandırılmalıdır?

  • Kitap okuma alışkanlığı küçük yaşlarda kazandırılmalıdır.
  • İlköğretime başlamadan önce okumayı sevdirecek kitaplar alınmalıdır.
  • Anne ve babalar kitap okuma konusunda model olmalıdır.
  • Bütün ailenin katılımıyla okuma saati düzenlenmelidir.
  • Teknolojik aletler kapatılarak okumaya zaman açılmalıdır.
  • Evde okunan kitaplar hakkında konuşulmalıdır.
  • Okunan kitap hakkında olumlu konuşmalar yapılması yararlı olabilir.
  • Çocukları evlerinde küçük bir kütüphane kurulabilir.
  • Çocuklar para biriktirerek kitap almaya özendirilmelidir.
  • Çocuklarla birlikte kitap fuarlarına gidilmelidir.
  • Düzenli olarak kitabevleri ziyaret edilebilir.
  • Kitabevlerinde çocukların kitapları incelemesine zaman verilmelidir.
  • Hediye olarak kitap alınıp verilebilir.
  • Çocuklar kitap defteri tutarak okudukları kitapları kaydedebilir.
  • Çok kitap okuyan çocuklar ödüllendirilebilir.
  • Kitaplar çocukların yaş grubuna ve ilgi alanına göre seçilmelidir.
  • Çocuklara kitapların yazarları hakkında bilgi verilebilir, yazarlarla tanıştırmak için imza günlerine götürülebilirler.
  • Kitap ile ilgili dergiler, gazeteler, gazete ekleri ve TV programları takip edilebilir.
  • Çocuklar kütüphane ile tanıştırılmalıdır.
  • Aile içerisinde oynanacak kelime oyunları kitap okuma alışkanlığını teşvik edebilir.
  • Dergi, gazete ve özellikle çocuk dergilerine abone olunabilir.
  • Çocuğunuza kitap okuyun. Onun size kitap okumasını isteyin.
  • Kendi kitaplarına küçük etiketler kullanarak adını yazmasını ve böylece kitapları sahiplenmesini sağlayabilirsiniz (Deretarla Gül, 1981); (Tanju, 2010).

Çocuk kitaplarını çocukları için seçen anne ve babaların bilinç düzeylerinin yükseltilmesi son derece önemlidir. Bu amaçla, “anne ve babaların çocuk kitapları konusunda bilgilendirilebilmesi için, Kültür Bakanlığı’na bağlı halk ve çocuk kütüphanelerinin organizasyonlarıyla çocuk kitaplarının tanıtımı sağlanmalıdır” (Biçici, 2006). Çocuk kitaplarının niteliklerini tanıyan ebeveynler daha yararlı ve daha nitelikli kitapları seçebilirler. Bir başkasının tavsiye ettiği kitapları okumak yerine her bir anne baba bilinçli okuyucu olmalı ve kendi çocuğuna kaliteli kitap seçme ve alma konusunda gerekli yeterliliğe ulaşmalıdır.

KAYNAKLAR

Adak Özdemir, A. ve Özdemir Beceren, B. (2020). Çocuk Kitaplarının Okul Öncesi Öğretmenlerinin Görüşleri Ve Kitap İncelemesi Çerçevesinde Değerlendirilmesi. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 9, 1216–1242. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1305592

Biçici, N. (2006). Annelerin Çocuk Kitabı Seçimi Hakkındaki Görüşleri [Afyon Kocatepe Üniversitesi]. In Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Vol. 44, Issue 2). https://acikerisim.aku.edu.tr/xmlui/handle/11630/3276

Bulut, S. (2018). Okulöncesi Eğitim Ortamlarında Çocuk Kitaplarıyla Gerçekleştirilen Uygulamaların Okuma Kültürü Edindirme Bağlamında İncelenmesi [Ankara Üniversitesi]. https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/42019/Sevilay_Bulut_Dr_Tez.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Çetinkaya, F. Ç. Durmaz, M. Öksüz, H. İ. (2020). Kitap Satış Danışmanları ve Okunabilir Kitap. Ana Dili Eğitimi Dergisi Journal of Mother Tongue Education, 8, 753–776. http://www.anadiliegitimi.com/en/download/article-file/1078661

Uçak, N. Ö., (2010). https://alonot.com/wp-content/uploads/2019/06/Ucak-Canakkale-Bolge-Semineri.pdf

Deretarla Gül, E. (1981). Okulöncesi Dönemdeki Çocuklar İçin Kitap Seçimi Ve Okuma Alışkanlığı. https://acikerisim.aku.edu.tr/xmlui/handle/11630/3276

Güneş, F. (2006). Çocuklarda Okuma İlgisi Ve Kitap Seçimi. Ilköğretmen Dergisi, 2, 43–45. https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/118931/mod_resource/content/0/çocuklarda okuma ilgisi ve kitap seçimi.pdf

Neyd, N. (2010). Çocuk edebi̇yati. İstanbul Üniversitesi Açık Ve Uzaktan Eğitim Fakültesi. http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/kok/cocuk_edebiyati_au284.pdf

Tanju, H. E. (2010). Çocuklarda Kitap Okuma Alışkanlığı’na Genel Bir Bakış. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 21(21), 30–39. https://doi.org/10.21560/spcd.43960


[1] Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı

Çocuk ve Medya

 Dr. Nadir Çomak

Erken çocukluk dönemi insanın bütün hayatını derinden etkileyen önemli bir yere sahiptir. Çocuk bu dönemde ilk okula ve hayata hazırlanır. Tunçeli vd., (2017) erken çocukluk döneminin 0-8 yaşları kapsadığını ve insanın kişiliğinin önemli ölçüde bu dönemde şekillendiğine vurgu yaparak çocukların motor, bilişsel, sosyal-duygusal ve dil gelişimlerinde çocukların bireysel farklılıklarının önemli olduğunu ve bu farklılıkların ebeveyn ve eğitimciler tarafından dikkatle izlenerek değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Gerçekten de çocukların davranışlarını gözlemlemek ve birtakım çıkarımlarda bulunmak son derece önemlidir. Bu değerlendirmeler sonucunda çocuğun çevresinden ne yönde etkilendiğinin ipuçlarına da ulaşılabilir. Çünkü çocuk gördüklerini taklit ederek öğrenir ve zamanla sosyalleşir. Sosyalleşirken çocuğun sergilediği davranışlar onun küçük dünyası hakkında önemli sinyaller içerir. Çocuğun sosyalleşmesi ile ilgili farklı görüşler vardır. Piaget’ye göre çocuğun büyüdükçe toplumsallaştığı, Vygotsky’e göre ise çocuğun büyüdükçe bireyleştiği iddia edilmektedir (Atak H., 2017). Günümüzde sosyal medya araçlarının yaygın olarak kullanımı ile sosyalleşme kavramı da değişiklik göstermektedir. Bu değerlendirme ışığında çocukların kalabalıklar arasında kaybolan asosyal bireyler haline gelip gelmediği konusunda derinlemesine analizler yapılmasına ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Okumuş, (2018), çocukların sosyalleşmesinin alışılmış biçimde çocuğun yakın çevresinden başlayarak zamanla genişlediğini ancak günümüzde sosyal medya araçlarının çocukların sosyalleşmesini belirleyen başat faktör olarak ortaya çıkmasının çocukların yaşadıkları toplumla uyumsuzluk gösteren asosyal davranışlar sergilemesine neden olduğunu belirtmektedir. Okumuş tarafından anne baba tutumlarının çocukların medya kullanımı üzerindeki etkisi üzerine yapılan bu araştırmada, çocukları sosyal medya araçlarını kullanan ebeveynlerin kendilerinin de çoğunlukla aynı araçları kullandıklarını belirlemiştir. Bu nedenle öncelikle ebeveynlerin yeni teknolojilerin çocuklarından önce kullanmalarının sosyal medyanın kullanımından doğabilecek zararlı etkiler hakkında farkındalık geliştirmesinin ve bilinçli anne-baba tutumlarının önemine işaret etmektedir.  Anne-baba tutumlarının çocukların sosyal medya kullanım alışkanlıkları ile ilişkisi üzerine araştırma yapan Kalan, (2010) okul öncesi eğitimi dönemindeki çocukların medya alışkanlıkları konusunda anne-baba tutumlarının önemini vurgulamaktadır. Özellikle 0-3 yaş grubunda çocukların olumsuz etkilere maruz kalmadan izleyebilecekleri çok az TV kanalı olduğunu ileri süren Kalan, çocukların farklı ülkelerin çizgi filmlerinde izledikleri ile kendi öğrendikleri arasında uyumsuzluk olduğuna dikkat çekmektedir. Ayrıca yetişkinlerin izledikleri film ve haber programlarının da çocukları olumsuz yönde etkilediği belirtilerek ebeveynler için medya okuryazarlığının önemini belirtmektedir. Sadece çocukların değil, yetişkinlerin bile cazibesinden kurtulamadığı akıllı internet teknolojileri çocukların küçük dünyasını derinden etkilemektedir. Aral ve Kadan, tarafından yapılan araştırmanın bulgularına göre, çocukların medya araçlarına oldukça düşkün oldukları belirtilmekte ve bu ilgilerinin gerçek hayat deneyimlerini edinebilecekleri etkinliklerle desteklenmesi gerektiği önerilmektedir.

Sonuç olarak çocukların sağlıklı bir şekilde sosyalleşmesi için anne-baba tutumlarının önemi büyüktür. Çocukların bilişsel, duygusal, sosyal ve motor ve dil gelişiminin sağlıklı ilerlemesi için ebeveynlerin medya okuryazarlığı konusunda bilinçlenmesi yararlı olabilir. Bununla birlikte açık havada yapılacak oyun etkinliklerin çocukları hem sosyal medyadan bir miktar da olsa uzaklaştırıp motor becerilerinin gelişmesine ve arkadaşlarıyla sosyalleşmelerine fırsat sunabilir. Bu etkinlikler sayesinde çocuk doğal ortamda toprağa ayak basarak, suya dokunarak, bitkileri tanıyarak, evcil hayvanlarla ilgilenerek iletişim teknolojilerinin olumsuz etkilerinden kısmen de olsa uzak kalabilir. Çocuklarıyla birlikte kapalı ortamlarda hareketsiz kalarak akıllı internet teknolojilerini takip eden yetişkinlerin bu tutumları çocukları tarafından da taklit edilir. Böylece, teknoloji bağımlılığının sonucunda ortaya çıkan hareketsiz bir yaşam obezite gibi beslenme bozukluklarına neden olabilirken, bir kısım omurga ve duruş bozuklukları ile görme bozukluklarına da yol açabilir. Edilgen bir şekilde sosyal medyayı takip etmek çocuğun dil gelişim becerilerini de olumsuz yönde etkileyerek, konuşma güçlüğüne neden olabilir. Çocuk gelişiminde medya alışkanlıklarının olumsuz etkilerinin telafi edilmesi konusunda uzmanlar tarafından önerilerde bulunulmaktadır. Kurtulmuş, (2016), ebeveynler tarafından çocuklarla birlikte yapılacak etkinliklerin çocukların motor, bilişsel, duygusal ve sosyal ve dil gelişiminde önemli katkısı olacağını önermektedir. Çocuklarla ebeveynlerin birlikte yapabilecekleri etkinlikler konusunda UNICEF (2020) tarafından hazırlanan etkinliklerle çocuk hakları kitapçığı ve T. C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı  (Aydeniz, 2019) tarafından sunulan etkinlik ve sosyal medyanın zararlı yönlerinde korunma önerilerden geniş bilgi edinilebilir.

Çocukların hayata hazırlanmasında aile ve okul birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Çocukların bütün gelişim alanlarında sağlıklı bir ilerleme sağlayabilmesi için ebeveynlerin medya okuryazarlığı ve aile katımımı konusunda daha fazla yetkinlik kazanmasında yarar vardır. Okul Öncesi eğitiminde aile katılımı ve eğitimi konusunu farklı bir makalede daha geniş bir şekilde ele alınabilir.

KAYNAKLAR

Atak H. (2017). Piaget ve Vygotsky’nin Kuramlarında Çocukların Toplumsallaşma Süreci. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 9(2), 163–176. http://www.cappsy.org/archives/vol9/no2/cap_09_02_04.pdf

Aydeniz, H. (2019). Bilinçli Medya Kullanımı. T. C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı. https://www.aep.gov.tr/wp-content/uploads/2019/04/04_03_Bilinçli-Medya-Kullanımı-Kitabı.pdf

Kadan, G., & Aral, N. (2019). Okul öncesi dönem çocuklarinin medya kullanim düzeylerinin incelenmesi. International Journal of Multidisciplinary Studies and Innovative Technologies, 2, 51–55. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/588895

Kalan, Ö. G. (2010). Medya Okuryazarliği ve OkulÖncesi̇ Çocuk:Ebeveynleri̇n Medya Okuryazarlığı Bi̇li̇nci̇ Üzeri̇ne Bi̇r Araştırma. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Hakemli Dergisi | Istanbul University Faculty of Communication Journal, 1(39), 59-73–73. https://doi.org/10.17064/iüifhd.46771

Kurtulmuş, Z. (2016). Okul Öncesi Eğitimde Uygulanan Etkinlik Planlarında Aile Katılımı Boyutunun İncelenmesi. Cumhuriyet International Journal of Education, 5(1). https://dergipark.org.tr/tr/pub/cije/issue/29849/321384

Okumuş, V. (2018). Çocukların Sosyal Medya Kullanımları İle Ebeveyn Tutumları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. http://acikerisim.ticaret.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11467/2019/75732.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Tunçeli, H. İ. (2017). Erken çocukluk döneminde gelişimin değerlendirilmesi ve önemi. Eğitim Kuram ve Uygulama Araştırmaları Dergisi, 3(3). https://dergipark.org.tr/en/pub/ekuad/issue/31101/337390

UNICEF. (2020). Velilere Çocukların Evde Eğitime Devamı için 5 Öneri Velilere Destek Broşürü. In Rapor. https://www.unicef.org/turkey/raporlar/velilere-çocukların-evde-eğitime-devamı-için-5-öneri

HBÖP’nın (2018), Teknolojiyi Geliştirme Konusundaki Temel Yeterlilikler Açısından İncelenmesi

Dr. Nadir Çomak

İnsanlık tarihi boyunca ki büyük devrim yaşanmıştır. Bunlar, tarım devrimi ve endüstri devrimidir. Toplayıcılık ve avcılık döneminden sonra insanların yerleşik hayata geçmesinde tarımla uğraşması önemli bir aşamayı oluşturuyordu. Coğrafi keşiflerle birlikte yeni dünyaların keşfedilmesi yeni sömürgelerin kazanılması ile sonuçlandı. Bu sayede sömürgeci Avrupa devletleri elde ettikleri zenginliklerle endüstri devriminin temellerini attılar. Endüstri devriminin buharlı makinaların kullanımına imkân vermesi ile yeni fabrikalar, yeni ulaşım araçları icat edildi. Bu süreç matbaanın icadı, telsiz, telgraf, telefon gibi iletişim araçlarının bulunmasıyla devam etti.  

Bu gelişmelerin yaşanmasının ardından iki yüz yılı aşkın bir zaman geçti. Bugün yeni bir devrimin eşiğinde bulunuyoruz. Bu büyük değişim Almanya tarafından Endüstri 4.0 devrimi olarak adlandırıldı. Japonya ise bu gelişmeyi kendine göre insanı önceleyerek Toplum 5.0 olarak markalaştırdı. Belki Türkiye’nin Endüstri İ6.0 (Endüstri İnsan 6.0) markasını geliştirerek ahilikle endüstriye ruh katması bile gündeme gelebilir. İsmi ne olursa olsun bu süreç Endüstri 4.0 devrimi ya da dijital çağ olarak literatürdeki yerini aldı. Teknoloji alanında yaşanan bu değişimlere hazırlıklı olmak için eğitim ve öğretim programlarının sunacağı çerçeve son derece önemlidir. Bu makalede Hayat Bilgisi Öğretim Programı, teknolojik gelişmelerin desteklenmesine dair yeterli olup olmaması açısından incelenecektir.

Hayat Bilgisi Öğretim Programı 2005 yılında yayınlandıktan sonra 2018 yılında güncellenmiştir. Bu sayede güncel gelişmelere ve ihtiyaçlara göre eklemeler ve çıkartmalar yapılmıştır. Programda çocukların teknolojik gelişmelere uyum sağlayabilmesi için öğrenmeyi öğrenmiş, girişimci, bilgiyi üreten, yorumlayan ve kullanan, eleştirel düşünme becerisi gelişmiş, problem çözme becerileri konusunda yeterli düzeyde olan bireylerin yetişmesi için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Sarmal bir yapıda olan Hayat Bilgisi Öğretim Programının kazanım ve göstergelerinde girişimciliğe ve teknolojinin kullanımına ve geliştirilmesine yönelik düzenlemeler yapıldığı görülmektedir (MEB, 2018: s.3).

Eğitim sistemimizde öğrencilere belirli yetkinliklerin kazandırılması hususunda öğrencilerin bilgi, beceri ve davranışların bütüncül bir yaklaşımla verilerek çocuklarda karakter haline getirilmesi öngörülmektedir. Bu yeterlilikler, Türkiye Yeterlilikler Çerçevesinde (TYÇ) tanımlanmıştır (MEB, 2018: s.4).  Bu yetkinliklerden teknoloji konusunda öğrencilerin gelişimini tamamlamayı destekleyen şu maddeler özellikle vurgulanmıştır: Matematiksel yetkinlik ve bilim teknoloji konusunda temel yetkinlikler,  analitik düşünme becerisi, problem çözme becerisi, uzamsal düşünme ve mantıksal bağlantıları anlama becerisi, uzamsal düşünme becerisi ile aritmetik düşünme becerisi ile tablo, grafik ve modelleri anlama ve yapılandırma becerisi. Bu beceriler çocuklara yazılım ve robotik teknolojileri anlama ve yapılandırma konusunda destek sağlayacak temel yeterlilikleri kazandırmayı amaçlamaktadır. Çocukların dijital yetkinlik becerilerini kazanma ve kullanmasına vurgu yapılarak, bu sayede özellikle bilişim teknolojilerini kullanma ve dijital bilgiler üretme yetkinliklerini kazanmalarının hedeflenmiş olduğu söylenebilir. Öğrenmeyi öğrenme konusuna ayrı bir önem verilmesi ile de kendisini sürekli güncelleyen ve bilgiyi yapılandırarak yeni bilgiler üretebilen bireylerin yetiştirilmesi hedeflenmiştir. İnisiyatif ve girişimcilik becerilerinin öğrencilere kazandırılması konusunda da öğrencilerin düşündüklerini eyleme dönüştürmesi, yaratıcılık becerisi, yenilikçi düşünme ve risk alma becerisi ile yeni startuplar kurup başlatmanın temel ilkelerine yer verildiği şeklinde bir değerlendirme yapılabilir (MEB, 2018: s.5,8).

Hayat Bilgisi Dersi Öğretim Programının öğrencilere kazandırılmasını önerdiği temel beceriler arasında Bilgi ve İletişim Teknolojilerini Kullanma becerisi ile Girişimcilik becerisi inceleme konumuz açısından önemlidir. Bu becerilerin de yukarıda değindiğimiz temel yetkinliklerle uyumlu olarak planlandığı görülmektedir. Programı ünitelere göre incelediğimizde, Güvenli Hayat ünitesinde; “Teknolojik araç ve gereçleri güvenli bir şekilde kullanır” kazanımı altında teknolojik araçların güvenli bir şekilde kullanılmasının önemine değinilmiştir. “Evimizdeki Hayat” ünitesindeki “Aile büyüklerinin çocukluk dönemlerinin özellikleri ile kendi çocukluk döneminin özelliklerini karşılaştırır” kazanımında, çocukların aile büyüklerinin kullandıkları teknolojik aletleri tanımaları ve günümüzün teknolojik araçları ile karşılaştırılması teşvik edilmektedir.  “Evde kullanılan alet ve teknolojik ürünlerin hayatımıza olan katkılarına örnekler verir,” kazanımında çocuklara halihazırda kullandıkları teknolojik aletler hakkında farkındalık kazandırılmasının hedeflendiği çıkarımında bulunulabilir (MEB, 2018: s.16,20).

Sonuç ve Değerlendirme:

Programın kazanımlarında keşif ve icat konusunu teşvik eden kazanımların ve yenilik, innovasyon gibi kelimelerin programda yer almadığı görülmektedir. Programda “dijital” kavramı bir yerde geçmekte olup, dijitalleşme konusunu teşvik eden kazanıma da rastlanmamıştır. Yazılım ve kodlama, robot, robotik, kelimelerinin de programda yer almadığı dikkati çekmektedir. Hayat Bilgisi Dersi Öğretim Programı teknolojinin gelişmesini teşvik eden genel bir çerçeve sunmakla birlikte dijitalleşme, dijital çağ, kodlama, robotik teknolojiler, startup gibi kavramlarına yer verilmediği görülmektedir. Bu kelimelerden bazılarının Türkçe dil kurallarına uygun olmadığı için programda yer almadığı akla gelebilir. Fakat programda yaptığımız kelime ve kavram taramasında, kodlama yerine yazılım, dijitalleşme yerine sayısal, robotik yerine robot kavramları hakkında da hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır. Benzer şekilde İHA, SİHA gibi kısaltmalar ile model uçak, drone, Endüstri Devrimi, Endüstri 4.0 gibi yeni söylemlerin de programda yer bulmadığı görülmektedir.

Bu değerlendirmeler ışığında Hayat Bilgisi Dersi Öğretim Programında teknolojik gelişmelerin önemini fark eden ve teknolojiyi güvenli bir şekilde kullanan bireylerin yetiştirilmesinin teşvik edildiğini ancak, teknolojiyi hem kullanan hem de geliştiren girişimci, innovativ düşünebilen, yenilik ve icatlar yapabilen çocukların ve gençlerin yetişmesini teşvik etmesi bakımından birtakım eksikliklerin olduğunu söylenebilir. Programın ifade edilen bu hususlar bakımından güncellenmesine ihtiyacı olduğu görülmektedir. Geniş bilgi için programa aşağıdaki internet adresinden ulaşılarak geniş bir inceleme yapılabilir.

KAYNAK:

MEB. (2018). Hayat Bilgisi Dersi Öğretim Programı (İlkokul 1., 2. ve 3. Sınıflar). T.C. Milli Eğitim Bakanlığı. http://mufredat.meb.gov.tr/Dosyalar/2018122171428547-HAYAT BİLGİSİÖĞRETİM PROGRAMI.pdf


Warning: Undefined array key "sfsi_mastodonIcon_order" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 175

Warning: Undefined array key "sfsi_mastodon_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 268

Warning: Undefined array key "sfsi_snapchat_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 277

Warning: Undefined array key "sfsi_reddit_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 274

Warning: Undefined array key "sfsi_fbmessenger_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 271

Warning: Undefined array key "sfsi_tiktok_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 265
error

Websitemi Beğendiniz mi? Başkalarının da faydalanması için paylaşır mısınız? :)

Email Gönder
Whatsapp