Finlandiya Eğitim Modelinden Alınacak Dersler-3: Türk Eğitim Sisteminde Milli Bir Mutabakat Mümkün mü?

Türkiye’nin yeni yüz yılında daha güçlü olmasının sırrı eğitimde sağlanacak milli bir mutabakattan geçmektedir.

Bu milli mutabakatın gerçekleşmesi ve başarılı olması ancak ve ancak, bilimin aydınlığına inanan aydınlanmacı ruhların yaydığı ışığa, yüksek motivasyon veren inancın gücüne inanan insanların yüksek gayretine, ülkemizi yükseltmek için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan Türk milliyetçilerinin coşkusuna, bu ülkenin asli vatandaşı olan fakat 100 yıllık tarihi süreçte kendisini ezilmiş ve dışlanmış hisseden vatandaşlarımızın aidiyet hissinin güçlenmesine, devrimci ve ütopyacı solcuların köy enstitülerinin kuruluş ruhuna yakışır bir şahlanışla çalışmasına ve köylü kentli her kesin kuvayi milliye ruhuyla adanmış bir şekilde gayretine bağlıdır.

Finlandiya 100 yıl önce kurulmuş küçük bir devlettir. Nüfusu 5.000.000 civarında olup, topraklarının ancak %10 civarındaki bir kısmını tarım ve yerleşim yerleri için kullanılmaktadır. Geri kalan 300.000 kilometre karelik alan ise bataklıklar, kayalıklar, göller ve ormanlardan oluşmaktadır. Finlandiya okulları fiziksel yani mimari tasarım ve eğitim sistemi açısından bugün dünyada bir numara olarak kabul edilmektedir. Geçen yazımda açıkladığım Finlandiya eğitiminde sağlanan milli mutabakat ilkeleri acaba Türkiye eğitim sistemi için de mümkün olabilir mi? Bu yazımda Türk eğitim sisteminde milli bir mutabakat mümkün mü sorusunun cevabını vermeye çalışacağım.

Osmanlı devletinin yıkılmasını takiben yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin kabul ettiği temel değerler ile Osmanlı devletinin değerleri arasında bir kırılma meydana gelmiştir. Osmanlı devletinin yıkılması ile “öncelikle uluslararası ekonomi-politikte ortaya çıkan yeni güç merkezleri uluslararası sistemin Soğuk Savaş dönemindeki işleyişinin öngördüğü süper güç-büyük güç ayrımını temelinden sarsmıştır. … Tarihi Miras ve Siyasi Kültür Altyapısı Türkiye’deki siyasi kültürü diğer toplumlardan farklı kılan en önemli tarihi faktör, bu ülkenin geçmişte dünya ana kıtasının ana kavşak noktalarını da içinde barındıran, özgün ve uzun ömürlü siyasi düzen kuran bir medeniyetin merkezi olmasıdır. … Tanzimat ile başlayan bir süreç içinde siyasi elitin karşı medeniyetin normları doğrultusunda yeni bir siyasi yapı kurma çabası Osmanlı coğrafyasındaki toplumları tümüyle sarsan bir etki uyandırmıştır. Bu sürecin ortaya koyduğu radikal medeniyet dönüşümüne yönelik söylem iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, hiyerarşik bir tarzda merkezden çevreye yayılan yeni siyasi kültür oluşturma baskısının siyasi kimlik, siyasi kültür ve kurumlardaki tarihi süreklilik unsurlarını radikal bir kırılma ile karşı karşıya bırakmasıdır. Siyasi sisteme ideolojik temel sağlayan bu radikal tarihi kırılma ile toplumda etkisini sürdüren ve geçmiş hakimiyet dönemlerinden esinlenen tarihi süreklilik unsurları arasındaki gerilim Türk siyası kültürünü diğer toplumlardan ayıran temel unsurdur. Türkiye bu açıdan Batı medeniyeti ile girdiği cephe ilişkisini kaybettikten sonra bu medeniyete iltihak etme iradesi gösteren siyasi elitin elinde siyasi sistemin dayandığı kimlik, kültür ve kurumlar açısından tam bir tarihi kırılma ve yeniden yüzleşme süreci yaşayan yegâne toplumdur. … Geçmişte bir medeniyetin siyası merkezi olmuş olmanın getirdiği kendine güven duygusu ile bugünkü devletler hiyerarşisinde bulunulan konum arasındaki farkın yarattığı gerilim başka hiçbir toplumda bu denli çarpıcı bir psikolojik etki uyandırmamıştır. İkincisi, siyasi sistemin dayandığı tarihi kırılma çizgisi, toplumu Avrupa’ya entegre etmeye çalışırken, iç halka olarak Ortadoğu-Balkanlar-Kafkaslardan oluşan yakın jeokültürel çevresi ile yabancılaşmaya itmiştir. … Türkiye’de yaşanan en temel çelişki bir medeniyet çevresine siyasi merkez olmuş bir toplumun tarihi ve jeokültürel özelliklerinin oluşturduğu siyasi kültür birikimi ile siyasi elit tarafından başka bir medeniyet çevresine iltihak etme iradesi esas alınarak şekillenmiş siyasi sistem arasındaki uyum problemidir ve bu durum hemen hemen sadece Türkiye’ye has bir olgudur.”[i] Osmanlı devletinin yıkılma sürecinde yeni düşünce akımları gelişmiştir. Bunlar;

“a. Yeni-Osmanlıcılık,

  1. Yeni Sömürgecilik ve İslamcılık,
  2. Aydınlanma Felsefesi ve Radikal Batıcılık,
  3. Türkçülük,

Türkiye’nin milli bir mutabakat zemininde buluşabilmesi ülke içindeki iç siyasi kimlik ve kültür gerilimlerini azaltacak, iç muhasebeyi kolaylaştıracak ve alternatifleri çeşitlendirecek çok yönlü bir yenilenmenin ve stratejik yönelişin sağlanabilmesi ile mümkündür. Toplumsal aidiyet hissinin güçlü bir tarihi ve sosyokültürel temele oturtulması ve bu aidiyetten beslenen bir fikir özgürlüğü ortamının oluşması böylesi zengin bir stratejik düşünce atmosferinin oluşmasının asgari şartıdır.”[ii]

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin tercih ettiği ideoloji batıcı ve milliyetçi bir zemine oturmuştur. Kemalizm aydınlanmacı-batıcı ve Türk milliyetçiği esaslı bir ideoloji olarak Osmanlı devletinden tevarüs eden değerler manzumesini tamamen reddetmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti aydınlanmacı batı düşüncesi ve Türk milliyetçiliği üzerine bina edilmiştir. Eğer Kemalizm ideolojisi bunu yapmasa idi Osmanlı devletinden bir farkı olmazdı ve yeni kurulan devletin de devrim yapmasına ihtiyaç kalmazdı.[iii] Bu zemin üzerinde gelişen devrimler Osmanlı devletinin zon zamanlarından itibaren gelişen diğer düşünce akımlarının mensuplarını rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın tezahürü olarak siyasi kutuplaşmalar artmış ve bu mücadele kimi zaman sokak çatışmalarına dönüşürken illegal siyasi yapıların ve terör uzantılarının gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeler üzerine temellendirilen askeri darbeler bataklığı kurutma iddiası ile yapılmakla birlikte kamuoyu vicdanında onulmaz yaralar açmıştır. Özellikle 1970’li yıllardan sonra ideolojik Türk milliyetçiliğine karşı gelişen Kürtçülük akımları illegal bir zemine taşınarak kanlı bir terör örgütünün kurulmasına gerekçe olarak kullanılmıştır. Böylece bu farklı düşünce akımlarının savunucularının her birinin kendilerine göre haklı ve masum olarak kabul ettikleri fakat reel politikte ve evrensel ölçekte tartışmalı olan ilkelerine göre bitmez ve tükenmez bir tartışma ve çatışma zemini ortaya çıkmıştır. Bu cihetle farklı düşünce savunucularının her birinin yüksek sesle ifade ettikleri sloganları oluşmuştur. Bu sloganlar kimi zaman din elden gidiyor, kimi zaman laiklik elden gidiyor kimi zaman Türklük elden gidiyor şeklinde olurken kendisini ezilmiş ve aşağılanmış olarak görenler de yeni bir milli kimlik arayışına ve inşasına girişmişlerdir. Bu gayretler düşünce ifade etmenin ötesinde terörist faaliyetlere ulaşınca da devletin güvenliği tehlikeye girmiştir.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yukarıda zikrettiğimiz farklı düşünce mensupları ve tepkisel akımlar eğitimi kendi mihverine göre şekillendirmek için çalışmıştır. Böylece iktidara gelen farklı siyasi partiler kendi ideolojilerine göre bir eğitim tasarımı kurgulama peşine düşmüşlerdir. Eğitimi tasarlama yetkisine ve erkine ulaşamayanlar ise milli eğitimin sunduğu argümanları ve müfredatı reddederek eğitilmeyi asimilasyon olarak kabul ederek eğitilmeye karşı direnç göstermişlerdir. Bu şartlarda Türkiye’de farklı kesimlerin ele geçirmeye çalıştığı bir devlet vardır. Devleti ele geçirmek için de hâkim olmaları gerektiğine inandıkları bir eğitim sistemi hedefte durmaktadır. Eğitim ele geçirilmesi gereken bir ganimet olarak kabul edildiği sürece eğitimde milli bir mutabakat sağlanabilir mi? Bu mutabakatın sağlanamayacağına inanan farklı kesimler kendi okullarını kurarak kendi müfredatlarını geliştirmekte ve kendi düşüncelerine göre eğitim vermeye devam etmektedirler. Bu gayretler aslında eğitimde devlet eliyle yapılabilecek köklü bir düzenlemenin mümkün olmadığına dair olan kuvvetli bir inançtan kaynaklanmaktadır. Yani “gemisini kurtaran kaptan” anlayışı Tük eğitim sisteminde özel öğretim kurumları gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Böyle bir uygulama örneğin Finlandiya eğitim sisteminde birkaç istisnai uygulama hariç mümkün değildir.

Türk milli eğitim sisteminde mutabakat kurulabilecek köklü değerler bulunmaktadır. Eğitim üzerinde sağlanacak milli bir mutabakat ilke ve değer merkezli olmalıdır. Bu değerler de evrensel normlara, bilimsel doğrulara ve toplumun kadim değerlerine uygun olarak yapılandırılmalıdır. Her şeyden önemlisi de eğitim üzerinde kurulacak bir milli mutabakat ırkçı ve ideolojik olmamalıdır.

Çok kültürlü bir yaşamın ilkelerini yüzyıllar boyunca uygulayan ve farklı kültürlere, farklı medeniyetlere, farklı dinlere, farklı ırklara ve bilimin aydınlığına inanan ve saygı gösteren bir medeniyetin mensupları olarak eğitimde milli mutabakatın sağlanabileceğine inanıyorum. Söylendiği kadar kolay olmayan bu mutabakatın gerçekleşmesi için toplumun aydınlatılması gerekir. Yapılan söylemler ve atılacak adımlar keskin ve sert olmamalıdır. Gençlerimizin iyi eğitim alması ve ülkemizin kalkınması için eğitimin milli bir mutabakat zeminine oturtulmasına acilen ihtiyacımız bulunduğu aşikardır. Eğitimde ideolojik kısır çekişmeler yerine köklü ve kalıcı adımlar atmamız gerekiyor. Bu nedenle eğitimde sağlanacak milli bir mutabakat Türkiye için olduğu kadar yakın coğrafyamızda yaşayan dost ve kardeş ülkeler için de son derece hayati bir öneme sahiptir.

Türkiye’nin yeni yüz yılında daha güçlü olmasının sırrı eğitimde sağlanacak milli bir mutabakattan geçmektedir.

Bu milli mutabakatın gerçekleşmesi ve başarılı olması ancak ve ancak, bilimin aydınlığına inanan aydınlanmacı ruhların yaydığı ışığa, yüksek motivasyon veren inancın gücüne inanan insanların yüksek gayretine, ülkemizi yükseltmek için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan Türk milliyetçilerinin coşkusuna, bu ülkenin asli vatandaşı olan fakat 100 yıllık tarihi süreçte kendisini ezilmiş ve dışlanmış hisseden vatandaşlarımızın aidiyet hissinin güçlenmesine, devrimci ve ütopyacı solcuların köy enstitülerinin kuruluş ruhuna yakışır bir şahlanışla çalışmasına ve köylü kentli her kesin kuvayi milliye ruhuyla adanmış bir şekilde gayretine bağlıdır.

Dr. Nadir Çomak

[i] Davutoğlu. A. 2009, Stratejik Derinlik, Küre yay. İst.

[ii] A.g.e.

[iii] Mardin, Ş. İdeoloji, 1976, İletişim yay. İst.

Anne ve Çocuk Sağlığı

İnsanın kendini iyi hissetmesi önemli bir sağlık göstergesi olarak kabul edilir. Ancak sağlıklı bireyler sağlıklı kararlar verebilir. Sağlıklı anneler de sağlıklı çocuklar yetiştirir. Sağlıklı olmak için belli başlı faktörler vardır. Bu faktörlerden en önemlileri insanın içinde bulunduğu çevresel faktörlerdir. İnsanın içinde yaşadığı ortamın çatışmalı mı yoksa barış ortamında mı olduğu, beslenme ve barınma şartları, eşitlik ve adalet duygusunun hâkim olması, eğitim imkanları iyi hissetmenin temel dinamikleri olarak kabul edilebilir.

İnsan biyolojik, psikolojik, sosyal ve ruhsal bir varlıktır. Maslov ihtiyaçlar hiyerarşinde temel fizyolojik ihtiyaçları, piramidin tabanına yerleştirmiştir. Piramidin üst basamaklarına doğru barınma, güvenlik ile sosyal ve psikolojik ihtiyaçlar gelir. En üst basamaklara doğru çıktıkça insanın kendini gerçekleştirmesi ve başkalarının kendini gerçekleştirmesi için çalışmak aşaması gelmektedir. Yani piramitte yer alan bütün basamaklar insanın kendini iyi hissetmesiyle yani sağlıklı hissetmesiyle ilgilidir.

İnsanın çevresel şartlara uyum ve adaptasyon sağlama becerisi kişinin kendini iyi hissetmesiyle yakından ilişkilidir.  İnsanın doğal ortamda hayatını sürdürmek için gerekli olan temel yaşam becerilerine sahip olması son derece önemlidir. Çünkü insan eskisi kadar olmasa da hala doğal şartlardan etkilenmektedir. Doğal şartlar kadar insanı etkileyen diğer çevresel faktör de yapay çevre faktörleridir. Küreselleşen dünyada doğal çevrenin tahrip olması sonucunda kurulan yapay ve suni çevre insanların iyilik halini yakından etkileyen bir faktördür. Çünkü temiz gıdaya ulaşma zorluğu, ulaşım zorlukları, temiz hava ve temiz suya ulaşım zorlukları insanların iyilik halini yakından etkilemektedir. Sosyal medya ve internet çağının getirdiği yeni alışkanlıklar yeni yeni patolojik durumları ortaya çıkarmaktadır.

İnsan bilgisizlik, genetik faktörler, vücut yapısı ve alışkanlıklar, dikkatsizlik ve çevresel faktörler nedeniyle iyilik halini kaybederek hasta olabilir. Bu nedenle insanın iyi hissetmesi için sağlıklı yaşamın temel ilkeleri konusunda bilgi sahibi olması, genetik yatkınlıklarından kaynaklanan vücut özelliklerini fark ederek dikkatli yaşaması gerekmektedir.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ana “çocuğu olan kadın” anlamına gelir. Ana ve çocuk sağlığı dediğimizde öncelikle ana sağlığından bahsetmek gerekir. Çünkü ana çocuğu karnında taşır ve kendi sağlığı çocuğunu yakından etkiler. Ana sağlığını gösteren temel demografik göstergelere baktığımızda doğurganlık oranı, çocuk ölümü, kaba doğum hızı, genel doğurganlık hızı, çocuk/kadın oranı, ana ölüm hızı, toplam düşük hızı gibi göstergeler ana ve çocuk sağlığını gösteren temel demografik göstergeler olarak kabul edilebilir.

Kadın sağlığı denildiğinde sadece üreme sağlığı akla gelmemelidir. Çünkü kadın biyolojik, psikolojik ve ruhsal yönden bir bütündür. Bu nedenle kadın sağlığı kadını bir bütün olarak ela almakla doğru bir şekilde anlaşılabilir. Kadının bir bütün olarak iyilik haline sahip olmadığı durumlarda üreme sağlığından da bahsedilemez. Üreme sağlığı insanların sağlıklı bir cinsel yaşamlarını olması ve güvenli ve tatmin edici bir ilişkilerinin olması ile yakından ilişkilidir. Üreme sağlığı demek yalnızca fizyolojik ve mekanik bir olgu olmaktan ziyade psikolojik ve ruhsal denge hali ile yakından ilgilidir. Bu denge hali bireylerin ne zaman çocuk yapacaklarına karar vermeleri ile de yakından ilintilidir. Bu da bireylerin karar verme özgürlüğüne bağlıdır. Aile planlaması, insanların istediği zaman ve istediği kadar çocuk sahibi olması olarak ifade edilmektedir.

Anne adayının hamilelik öncesi, hamilelik dönemi ve doğum sonrasında sağlığına ve alışkanlıklarına dikkat etmesi gerekir. Çünkü annenin sağlığı çocuğun sağlığını doğrudan etkiler. Çocuğun en hızlı geliştiği dönem anne karnında geçirdiği dönemdir. Annenin hamilelik döneminde sağlıklı belenmesi çok önemlidir. Aynı şekilde zararlı maddeleri bünyesine almamak için özen göstermesi de gerekir ki bu maddeler çocuğun gelişimini yakından etkiler.

Doğum sonrası annenin ve çocuğun sağlığı yakından takip edilmelidir. Lohusa döneminde kadının kendini toparlaması için özel bir bakıma ihtiyaç duyulur. Bu dönem aynı zamanda yeni doğan çocuğun sağlık kontrollerinin yapılması ve sağlıklı beslenmesi bakımından da özel bir ihtimam gösterilmesi gereken bir dönemdir. Yeni doğan çocukların nicel ölçümlerinin yapılması, nefes kontrolü, kan değerlerinin ölçülmesi, temel reflekslerinin kontrol edilmesi ve temel vitaminlerinin verilmesi sağlığı açısından önemlidir. Hastalıkların önlenmesi için çocukların düzenli olarak izlenmesi ve aşılarının yapılması gerekir. İşitme ve görme testlerinin yapılması ve hastalık riski taşıyıp taşımadığı ana çocuk sağlığı merkezlerinde izlenir. Böylece anne çocuğunu geleceğe sağlıklı bir şekilde hazırlayabilir. Çocuklar doğumdan sonraki ilk haftada, 15. Günde, 41. Gününde, 2. Ayda, 3. Ayda, 4. Ayda, 6. Ayda, 9, ayda ve 12. Ayda kontrol edilir. 1-3 yaş arasında 6 ayda bir, 3-6 yaş arasında yılda 1 kez izlenir.

Anne ve çocuk sağlığı erken çocukluk dönemini içine alan bir gelişim dönemini kapsamaktadır. Bu dönem okul öncesi eğitim dönemine tekabül eder. Bu dönemde okul ile aile ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde kurulması anne ve çocuk sağlığını yakından ilgilendirir. Bu bakımda okul öncesi döneminde çok önemli olan aile katılımı çalışmaları çocuk gelişimini ve sağlığını etkilediği kadar anne sağlığına ve annenin iyilik haline de önemli katkılar sağlar. Sağlıklı ve iyi hisseden anne ve çocukların artması için okul öncesi eğitimin bilinçli bir şekilde yapılması gerekir. Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması aynı zamanda kadınların ve çocukların iyilik halinin artmasına katkı sağlar. Kadının iyi olması ve iyi hissetmesi de ailenin mutluğuna doğrudan katkı sağlar. Bu arada babaların da annelerden öğrenecek çok şeyleri olduğunu da söylemek gerekir. İyi hisseden kadınlar ve iyi hisseden erkeklerden oluşan ailelerde sağlıklı çocuklar yetişir. Sağlıklı çocuklar da mutlu ailelerin çekirdeğini oluşturur.

Dr. Nadir Çomak

Erken Çocuklukta Motor Becerilerin Gelişiminin önemi

Erken çocukluk dönemi çocuk gelişimi açısından son derece önemli bir dönemdir. Çocukların fiziksel gelişim, bilişsel gelişim, duygusal gelişim, sosyal ve dil gelişimi olmak üzere farklı gelişim alanları vardır. Bu gelişim alanları erken çocukluk döneminde hızlı bir değişim gösterir. Her bir gelişim alanı hem birbirinden bağımsız olarak hem de birbiriyle yakın bir ilişki halinde gelişir. Bu yazımda fiziksel ve motor gelişim üzerinde duracağım.

Çocukların fiziksel ve motor gelişim erken çocukluk döneminden ergenlik dönemine kadar devam eder. Ergenlik döneminde alışkanlık haline gelen fiziksel hareketlerde ustalık kazanan ergen insan bu ustalığını yaşamı boyunca kullanarak devam ettirir. Çocuklarda fiziksel gelişim öncelikle refleks davranışlarla başlar. Çocuklar dünyaya geldiğinden itibaren bazı refleks hareketlerle dünyaya gelir. Bu refleksler bir iki haftadan üç dört aya kadar kaybolur. Temel yaşama refleksi denilen bu hareketler, moro refleksi, babinski refleksi, yüzme refleksi ve arama refleksi gibi temel reflekslerdir. Çocuklar büyüdükçe bu refleksler kaybolur.

Çocukların kemik yapıları yaşları ilerledikçe gelişir. Kemik yapıları gelişen çocuklar yavaş yavaş kaba motor hareketleri yapmaya başlar. Okul öncesi dönem kaba motor hareketlerin öğrenilmesinde önemli bir gelişim dönemini oluşturur. Çocukların fiziksel olarak gelişmesi, obezite gibi rahatsızlıklardan korunması ve oyun becerilerini öğrenmeleri açısından son derece önemlidir. Fiziksel becerilere yaygın olarak psikomotor ya da motor beceriler adı verilir. Motor beceriler kaba motor ve ince motor beceriler olmak üzere ikiye ayrılır. Erken çocukluk döneminin son evresi olan 6 yaş sınırına geldiğinde çocuklar kaba motor beceriler yanında ince motor becerileri de yavaş yavaş kazanmaya başlar. İlkokula hazırlık açısından okul öncesi dönemde çocukların ince motor becerilerini geliştiren el hareketlerini yapmaları, makas ve boya kalemlerini kullanarak kendilerini geliştirmeleri önemlidir. İnce motor becerileri çocukların parmaklarını ve ellerini kullanmaları ile gelişir. Böylece ilkokula başlayan çocuklar okul öncesi dönemde ince motor becerilerini geliştirerek okula gelirse yazı yazma konusunda daha kolay uyum sağlayabilirler.

Çocukların akranları ile daha kolay anlaşması, uyum sağlaması ve liderlik becerilerini geliştirmeleri için fiziksel hareketler çok önemli bir yer tutar. Bu hareketlerin yapılması çocukların aynı zamanda bilişsel, duygusal, sosyal ve dil gelişimleri açısından da çok değerlidir. Çocuklar fiziksel aktivite gerektiren oyunları ve hareketleri yaparken aynı zamanda kendilerini keşfederek liderlik becerilerini de geliştirirler. Bu açıdan fiziksel hareketlilik gerektiren oyunların çocuklara öğretilmesi çok önemlidir. Okullarda fiziksel hareket gerektiren oyunlar öğretmen gözetiminde güvenli ortamlarda yaptırılır. Ailelerin çocuklara fiziksel hareket alışkanlığı kazandırması için özel bir çaba göstermesi gerekir. Ebeveynlerin çocuklarıyla birlikte özellikle açık hava etkinliklerinde oynaması, spor hareketleri yapması son derece önemlidir. Çocuk gelişiminde fiziksel hareket gerektiren oyunların oynatılması, spor egzersizleri yaptırılması çocukların yalnızca motor gelişimi için değil bütün gelişim alanlarının eşgüdümlü bir şekilde gelişmesi için de son derece önemlidir.

Dr. Nadir Çomak

Okul Öncesi Eğitimi Neden Yaygınlaştırılmalıdır?

Okul öncesi eğitimi erken çocukluk eğitimi olarak da adlandırılır ve çocukların geleceğe hazırlanmasında çok önemli bir yere sahiptir. Ülkemizde sürdürülen okul öncesi eğitiminin sahadaki tatbikinde mevzuatlara göre farklı uygulama modellerine rastlanmaktadır. Bu uygulamaların en yaygın olanı MEB bünyesindeki resmî kurumlarda yürütülen okul öncesi eğitimidir. Bu uygulamalar iki şekilde yapılır. Müstakil okul öncesi eğitim kurumları ve ilköğretim okulları bünyesindeki anasınıfı uygulamalarıdır. Bu uygulamalar resmi ve özel öğretim kurumlarında da yapılabilmektedir. MEB’na bağlı özel öğretim kurumları tarafından açılan okul öncesi eğitim kurumları özel bir eğitim anlayışıyla kaliteli bir eğitim vermeye çalışmaktadır. Özel eğitim kurumlarının ayakta kalabilmesi için rekabet şartlarını dikkate alarak kaliteli bir eğitim vermesi gerekir. Bu da eğitimin maliyetini artırabilmektedir. Maliyet artışı ailelerin özel okul öncesi kurumlarına erişimini güçleştirmektedir.

Erken çocukluk eğitimine yönelik olarak hizmet veren ve farklı statüde çalışan eğitim uygulamaları da bulunmaktadır. “Kurumlar kendi çalışanlarına yönelik olarak “çocuk bakımevi,” özel sektörün işlettiği merkezler “kreş ve gündüz bakımevleri,” işyerleri merkezleri ise “kreş” açabilmektedir. 0.6.2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında çıkarılan Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Yurtlarına Dair Yönetmelik‟te işyerlerinin kreş ve gündüz bakımevi açma yükümlülüğüne dair düzenlemeler bulunmaktadır. Buna göre 100’den fazla kadın işçi çalıştıran işyerlerinde emzirme odası açılmalıdır, 150’den fazla kadın çalışanı varsa işyerinin 0- 66 aylık çocuklar için kreş açma zorunluluğu bulunmaktadır. Devlet Memurları Kanunu’nun 191. maddesinde düzenlenmiş olan Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılacak Çocuk Bakımevleri Hakkında Yönetmelik’in 2. maddesine göre kurum çalışanlarının 0-6 yaş grubuna giren en az 50 çocuğu bakımevi hizmetinden faydalanabilir. Ancak, bu hizmetin sağlanması için kurumun bağlı veya ilgili olduğu bakanın onayı alması gerekmektedir. Ayrıca, mülki idare amirinin denetiminde, il ve ilçe merkezlerindeki memurların çocuklarının ortaklaşa olarak faydalanacağı bir bakımevinin açılması olanağı da bulunmaktadır (m. 20). Kamu Kurumlarındaki kreş sayısı giderek düşüş göstermekte, kreşler kapatılmakta ya da yenileri açılmamaktadır. 2012 yılında yayınlanan Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ ile kreş de dahil olmak üzere kamu tesisi açmak isteyen kurumlara bütçeden destek verilmeyeceği bildirilmiş, 2013 genel bütçesinde bu yönde düzenlemeler yapılmıştır. Son olarak Mayıs 2014‟te yayınlanan “Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkındaki Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Bakanlar Kurul Kararı” ile bu alanda hizmet verecek olan özel sektöre teşvik sağlanacağı duyurularak hizmetlerin özelleştirilmesi süreci hızlandırıldı.

Türkiye‟de yerel yönetimler 2007‟den önce okul öncesi kurum açmaya yetkiliyken Anayasa Mahkemesi‟nin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesinde yer alan, “Belediyelerin okul öncesi eğitim kurumları açabilir” düzenlemesini, bu düzenlemenin belediyeleri kamu hizmetinin görülmesi yönünden “genel görevli” kılan içeriğini gerekçe göstererek iptal etmesi nedeniyle, ancak yasada yer alan sosyal hizmet yükümlülüklerine dayanarak bu hizmetleri verebilir hale geldi. Şu anda bazı belediyeler bu hizmeti ücretsiz olarak vermektedir.

Özel şirketler Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü‟ne bağlı Kreş ve Gündüz Bakımevleri açabilirler. Yukarıda belirtildiği gibi, “Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkındaki Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Bakanlar Kurul Kararı” ile bu alanda hizmet verecek olan özel sektöre teşvik sağlanacağı duyurulmuştur. Kreş ve Gündüz Bakımevleri, Özel Kreş ve Gündüz Bakımevleri ve Özel Çocuk Kulüpleri Kuruluş ve İşleyiş Esasları Hakkında Yönetmeliğe göre faaliyet gösterir. 0-6 yaş arasındaki çocuklar bu hizmetlerden faydalanabilir.”[1]

Bu mevzuat ve uygulamalar dikkate alındığında ülkemizde erken çocukluk eğitimi verilmesi için birçok farklı seçeneğin olduğu görülmektedir. Kadınların iş yaşamında aktif olarak yer alması çocuk bakımı ve eğitimi konusunda sorunlara yol açmaktadır. Geniş aile yapısının çekirdek aile yapısına göre daha fazla olması çocuk bakımı ve eğitimi konusunda ebeveynlerin destek olmasını güçleştirmektedir. Aynı zamanda yurt içi göç oranlarının hızla artması geniş ailelerden ayrılarak başka illerde yaşamak zorunda kalan çekirdek ailelerin çocuk bakımı ve eğitimi konusunda profesyonel destek almasını zorunlu hale getirmektedir. Aile yapısındaki değişim ve göç olgusunun toplum üzerindeki etkisini daha net bir şekilde görmek için Türkiye Aile Yapısı istatistikleri incelenebilir.[2]

Bu bilgiler ışığında ülkemizde çocukların eğitim yaşamlarına ve hayata hazırlanması için okul öncesi eğitimi yaygınlaştırılmalıdır. Bu amaçla organize sanayi bölgeleri içerisinde kreşler ve okul öncesi eğitim kurumları açılabilir. Ayrıca yerel yönetimler erken çocukluk dönemine hizmet etme amacıyla kreş ve okul öncesi kurumu açmak için daha fazla gayret göstermelidir. Bu konuda farkındalığın oluşması için eğitimcilerin bilinçlendirme çalışması yapmasına ihtiyaç olduğu aşikardır. Çocuklarımızın iyi bir eğitim alması için fiziksel, sosyal, duygusal, bilişsel ve dil gelişimi açısından bütünsel bir gelişim göstermeleri için alanında uzman eğitimcilerden eğitim alması son derece yararlı olacaktır.

Dr. Nadir Çomak


[1] http://www.keig.org/wp-content/uploads/2016/03/hangi.pdf

[2] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Aile-2020-37251

Okul Öncesi Eğitim Programlarının Tarihçesine Bir Bakış

Müfredat ya da eğitim ve öğretim programları verilecek eğitimin çerçevesini belirler. Eğitim ve öğretim bilginin nasıl verileceğini ve nasıl davranışa dönüştürüleceğini ve nasıl ölçüleceğini tanımlayan araçlardır. Bu amaçla dünyada geliştirilen farklı eğitim ve öğretim programları mevcuttur. Bunlar okul öncesi eğitim kuramları ve yaklaşımları olarak adlandırılır. Her bir kuram ve yaklaşımın kendine ait bir sistemi vardır. Genel olarak bu yaklaşımların ortak özelliği çocuk merkezli olması, oyunu eğitim aracı olarak merkeze alması, yaparak ve yaşayarak eğitimi esas alması, etkinlik merkezli olması ve çocukların akran eğitimiyle birlikte kapalı alan ve açık alan etkinlikleriyle ilk okula ve gelecek yaşantılarına hazırlanması olarak ifade edilebilir.

Okul öncesi eğitimi erken çocukluk dönemini kapsayan bir eğitim yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre çocukların erken çocukluk dönemi olarak kabul edilen dönemde eğitim almalarının gerekli olduğuna inanılır. Dünyada erken çocukluk eğitimine yönelik olarak kurgulanmış farklı eğitim kuramları vardır. Bu kuram ve yaklaşımlara göre de dünyanın farklı ülkelerinde farklı okul öncesi eğitim modelleri uygulanmaktadır. Dünyada en yaygın olarak kullanılan okul öncesi eğitim modelleri genel olarak 19. Yy. dan sonra ve bazı modeller de ikinci dünya savaşından sonra kurgulanmıştır. Bu modellerin geliştirilmesinde endüstri devrimi sonucunda kadınların erkeklerle birlikte iş yaşamında girmeye başlamasının önemli etkisi vardır. Erkeklerin gece geç saatlere kadar fabrikalarda çalışması sonucunda babasız büyüyen çocuklar kavramı ortaya çıkmıştır. Çocuklar evden erken çıkan ve eve gece yarısında dönen babalarını göremeden büyümeye başlamıştır. Hatta çocuk işçilerin büyüklerin yapamayacağı küçük işleri yapabildikleri için uzun saatler zor işlerde çalıştırılması önem bir sorun olarak tarihteki yerini almıştır. Bu dönem hakkında Postman’ın “çocukluğun yok oluşu” nitelemesi oldukça yankı bulmuştur.

Böylece giderek artan iş gücü ihtiyacı sonucunda kadının da iş yaşamına girmesi sonucunda bazı fabrikalar kendi işçileri için okul öncesi eğitim kurumları açmak zorunda kalmıştır. Bu kurumlarda uygulanan kuram ve uygulamalar sonucunda farklı eğitim modellerinin geliştirildiği bilinir. Bunlardan en çok bilineni Waldorf sigara fabrikası çalışanları için kurulan okul öncesi kurumunda gelişen waldorf eğitim yaklaşımıdır. İkinci dünya savaşından sonra Avrupa’da büyük bir erkek nüfus kaybı yaşanmıştır. Kadınlar iş yaşamına daha fazla girmek zorunda kalmıştır. Ayrıca yine ikinci dünya savaşından sonra “baby boom” olarak adlandırılan doğum oranlarının büyük bir artış göstermiş olması yeni okul öncesi eğitim modellerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Dünya’da en çok bilinen okul öncesi eğitim modelleri şunlardır; Montessori Metodu, Waldorf Yaklaşımı, Head Start Programı, High/scope Programı, Portage Programı, Proje Yaklaşımı, Reggio Emilia Yaklaşımı, Orman Okulu Yaklaşımı, Piramit Yaklaşımı, Önyargı Karşıtı Program. Bu yaklaşım ve modellerin her birinin kendine has bir eğitim yaklaşımı ve sistemi bulunmaktadır.

2013 yılında kabul edilen MEB okul öncesi programının temel özelliği ise dünya genelinde uygulanan bu farklı okul öncesi eğitim modellerini dikkate alan bir yapı sergilemesidir. Bu özellik MEB okul öncesi programının eklektik özeliği olarak ifade edilmektedir. Yani bu yönden baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı okul öncesi eğitim programı dünyadaki diğer okul öncesi eğitim programlarına ihtiyaç bırakmayacak ölçüde evrensel özellikler sergilemektedir. Bu programın kuramsal alt yapısının güçlü olduğu iddiası bizzat program taslağında “eklektik olma özelliği” olarak ifade edilmektedir. Programın bu özelliğine rağmen Türkiye’de yukarıda isimlerini saydığımız farklı kuram ve yaklaşımları uygulayan özel okul öncesi eğitim kurumlarının yaygın olarak bulunması dikkati çekmektedir. O halde MEB okul öncesi programı dünyadaki bütün eğitim yaklaşımlarını dikkate alıyorsa ülkemizde neden hala her bir yaklaşımın okullarının kurulmakta olduğu sorusu akla gelmektedir.

Bu sorunun cevabı dikkatle araştırılmalıdır. Bu araştırma yapılırken cevabı bulmak için gıda sektöründen bir örnek vererek konunun daha iyi anlaşılmasına ışık tutabiliriz. Yiyecek ve gıda sektöründe hizmet veren lokantalar farklı yemekleri ve lezzetleri tüketiciye sunmaktadır. Esnaf lokantalarında her türlü yemek bulunmaktadır. Tatlılar arasında ise çok besleyici olan aşure tatlısı raflardaki yerini almaktadır. Bu çeşitliliğe rağmen insanlar yalnızca burger yemek için ya da yalnızca kebap veya pide yemek ya da pizza yemek için ihtisas lokantalarını tercih edebilmektedir. Eğitim kurumları da bu örneğe benzetilebilir. İnsanlar çocuklarının daha iyi eğitim alması için başarısı kanıtlanmış eğitim modellerinin uygulandığı okulları tercih ediyor olabilir. Çünkü ihtisas okullarının uzun yıllar boyunca kendine ait bir sistemi ve kendine has eğitim materyalleri ve uygulama modeli gelişmiştir.

Gelecek yazılarımda dünyadaki farklı okul öncesi eğitim modellerini ve yaklaşımlarını incelemeye devam edeceğim. Ayrıca MEB okul öncesi eğitim programının özellikleri üzerine de yazılar yazmaya çalışacağım.

Nadir Çomak

2021 Yılında Neler Öğrendim?

Dr. Nadir Çomak

04 Ocak 2021 tarihinde Boğaziçi üniversitesine rektör olarak atanan Melih Bulu öğrencilerin uzun süre devam eden protestoları sonucunda görevinden alındı. Bu olayı izleyerek yöneticilerin liyakatli insanları atamasının, öğrencileri daha iyi anlamasının ve gençliğin değerini bilmesinin ne kadar önemli olduğunu fark ettim.

01 Mart 2021 tarihinde kontrollü serbestlik başladığında evlerimizde ne kadar bunaldığımızı ve özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu anladım.

20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi hakkında Resmî Gazetede yayınlanan kararname ile Türkiye bakımından fesih edilmesi kararı verildi. Bu durum bana kanunlar, yönetmelikler ve yönergeler hazırlanırken çok dikkatli olunması gerektiğini ve bazen takımların kendi kalesine attıkları golü çıkarmalarının ne kadar zor olduğunu gösterdi.

14 Nisan ve 29 Mayıs tarihleri arasında devam eden tam kapanma uygulamaları sayesinde temiz havanın ve doğal ortamda yürümenin ve nefes almanın ne kadar önemli olduğunu anladım.

28 Temmuz 12 Ağustos tarihleri arasında 49 ilde çıkan 299 orman yangınında Türkiye’nin ciğerleri dağlandı. Ormanlarımızın ne kadar değerli olduğunu ve iklim değişikliğine dur demek için aktif bir çevre gönüllüsü olmanın önemini fark ettim.

31 Temmuz 2021 tarihinde milli okçumuz Mete Gazoz ve milli boksörümüz Busenaz Sürmeli Tokyo’da olimpiyat şampiyonu oldu. Bu olay bilimin ışığında yapılan antrenman ve iyi bir takım çalışmasının ne kadar önemli olduğunu fark etmemi sağladı. Çocuklarımızı ve gençlerimizi keşfetmenin önemini anladım.

11 Ağustos’ta Bartın, Sinop ve Kastamonu’daki sel baskını ve heyelan olayları sonucunda 82 vatandaşımızın hayatını kaybetmesinin verdiği derin üzüntü ile, “akarsu, yatağını kimseye kaptırmaz” diye Çin atasözünün anlamını ve çarpık yapılaşmaya izin veren imar planlarının ne kadar hatalı olduğunu yeniden fark ettim.

19 Eylül 2021 tarihinde Türkiye Ampüte milli takımı dünya şampiyonu oldu. Bu olaydan engellerin kafalarda olduğu ve insanların önce zihinlerindeki bariyerleri kaldırması gerektiğinin[1] önemini fark ettim.

21 Eylül 2021 tarihinde başlayan Teknofest etkinliklerinde çocuklarımız ve gençlerimizin ne kadar yetenekli olduğunu, motive edildikleri ve güzel örnekler gördüklerinde yeni mucitlerin yetişmesinin mümkün olduğunu fark ettim.

06 Ekim 2021 tarihinde Türkiye Paris anlaşmasını imzalayarak iklim değişikliğine karşı aktif bir eylem planı içinde olmaya karar verdi. Bu olay ülkemizin iklim değişikliği konusunda harekete geçmekte ne kadar geç kaldığını daha iyi fark etmemi sağladı.

16 Kasım 2021 tarihinde hayatını kaybeden Sezai Karakoç’un sessiz ve vakur yaşantısından onurlu yaşamak gerektiğinin önemini tekrar anladım. 2021 yılında vefat eden Doğan Cüceloğlu’nun vefatı ile yıldız gibi yol gösteren bilge bir insanı kaybetmenin ne kadar büyük bir kayıp olduğunu fark ettim. 2021 yılında o kadar çok dost ve arkadaşımı kaybettim ki ölümün sıcaklığını her daim hissederek hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıp yarın ölecekmiş gibi yaşamak gerektiğini derinden hissettim.

2021 yılında 50.000 kişiden fazla insanımızın koronavirüs (covid-19) nedeniyle hayatını kaybetmesinden çok üzüntü duydum ve dostlarımızı henüz yaşarken aramanın sormanın, ziyaret etmenin, onlara sarılmanın ve sevdiğimizi söylemek gerektiğinin önemini anladım.

01-21 Aralık 2021 tarihlerinde yaşadığımız dövizdeki dalgalanmalar karşısında güçlü bir ekonomiye sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu ve hayat şartlarının hiç de kolay olmadığını, 2001 krizini yaşamış bir kişi olarak üzülerek hatırladım.

2021 yılında online eğitimin önemini anlarken bir taraftan da uzaktan eğitimin çocuklarımızı gelişimsel açıdan ne kadar geri bıraktığını ve eğitimde açılan yaraların önümüzdeki 5 yılda bile zor kapanacak gibi göründüğünü ve daha fazla çalışmak gerektiğini anladım.

2021 yılında masa başında oturarak çalışmaktan ötürü hareketsiz kalmanın zararlarını yaşayarak gördüm ve sporun, egzersizin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettim.

2021 yılında nefes almayı, yürümeyi, koşmayı, dostlarımın varlığının ne kadar önemli olduğunu derinden hissettim.

2021 yılında çevreyi, bitkileri, hayvanları, insanları, daha fazla sevmem gerektiğini öğrendim.

2021 yılında Winston Churchill’in başarıyı tarif ettiği,[2] “başarı, istekte azalma olmaksızın başarısızlıktan başarısızlığa koşma becerisidir” sözlerinden ilham alarak yılmadan, bıkmadan ve vazgeçmeden çalışmanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim.

2021 yılında yaşadıklarım ve öğrendiklerimden hareketle daha az hata yapmak için çalışacağım.

2022 yılında aileme, ülkeme ve insanlığa daha yararlı işler yapmam gerektiğine dair olan inancım arttı.


[1] “Zihindeki bariyerleri kaldırmak” sözü 24 Kitchen TV ekranlarında 21.12.2021 tarihinde, 17.00’da yayınlanan yemek programındaki aşçı Mehmet ustanın sözünden alınmıştır.

[2] Kayakçı Moli’nin Hayatı, Filminden alınmıştır, D’Smart TV, 20.12.2021 saat 23.00

YGA (2021) Zirvesinin Ardından

Dr. Nadir Çomak

İlk olarak geçen yıl takip ettiğim YGA zirvesini bu yıl da merakla bekledim ve ilgiyle izledim. Bu yıl zirvede önemli bir yenilik dikkatimi çekti. Bu yenilik, zirve takipçileri ve YGA gönüllülerinin zirveden önce Discord platformu üzerinden interaktif olarak etkileşime katılması oldu.

YGA (Young Guru Academy), 21 yıl önce Sinan Yaman tarafından kurulmuş bir organizasyon. Bugüne kadar istikrarlı bir şekilde büyüyerek 500 bin genç takipçiye ulaşma başarısını gösterdi. Bu başarı öyle küçümsenecek bir başarı değil. Türkiye’de gençleri bir araya getirip heyecan ve coşku verecek, atılımcı ve girişimci bireyler haline gelmelerine katkı sağlamak hiç de kolay bir iş değil.

YGA (2021) Zirvesinin açılış konuşmasını yapan kurucu onursal Başkan Sinan Yaman konuşmasına Guspet, isimli bir bilim insanının şu sözüne atıf yaparak başladı, “dünyanın derdi iklim krizi ya da çevre kirliliği değil, umursamazlık ve bencillik.” Konunun etik yönüne dikkati çeken bu söz benim zihnimde de şimşekler çakmasına sebep oldu. Peter Senge’nin 5 Disiplin kitabında vurguladığı gibi çarkları döndüren asıl kuvvetin ne olduğunu akla getiren bu tespit bence zirvenin anlam ve önemine yakışan bir tespit oldu. Yaman bilim ve teknolojiyi bir kaldıraca benzeterek bu kaldıracı kullanmanın öneminden bahsetti. Fakat aynı zamanda da gençlere şu önemli tavsiyede bulundu. “Çapanızı insanlar gibi geçici şeylere değil değerlere atın” dedikten sonra, Yunus Emre’nin “derdim vardır inilerim” şiirine bir link attı. YGA’lı gençlerin kısa zamanda bestelediği bu dörtlüğü dinletti. Yani önemli olan şeyin dert sahibi insan olmak olduğunu belirterek umursayan, dert edinen ve bencillik yapmayan bir gençlik özlemine atıf yaptı. Türkiye’nin 13 Görme Engelli okulda her hafta 2 saat seans yaptıklarından ve görme engelli öğrencilerle ürettikleri projeleri anlattı. YGA’yı tanımlarken, “%10 katılımcısı görme engelli olan bir kuruluş,” ifadesini kullanması oldukça etkileyiciydi. Çünkü engelleriler konusunda farkındalık geliştirmiş bir sivil toplum anlayışının yansımasını anlatıyordu. Öz geleceğine bakılarak seçilen üyelerin, bencillikte bensizliğe ulaşması yolculuğundan bahsetti. Görme engelliler için tasarlanan We Walk 50’den fazla ülkeye giden bir teknoloji, dedikten sonra, “çapayı nereye attığımız çok önemli” diyerek, bulanık suların olduğu zamanlarda tutunacak değerlerin önemini vurguladı. Türkiye’de MEB ile anlaşma yaparak binlerce okula gönderdikleri Bilim Setlerinden bahsetti. YGA’nın ortak değerinin Yunus, olduğunu belirterek, bu zirvenin 2721 yılında da yapılacağını çünkü kökleri 700 yıl geriye giden bir geleneğin temsilcisi bir hareket olduğunu belirtti.

Bu arada Aziz Sancar’ın vidosu vizyona girdi ve Sancar dedi ki “bizim çocuklara güven vermemiz lazım. Ülkemize hizmet etmek için illa Robert Kolejinden mezun olmaya gerek yok, Savur Lisesinden, mezun olup insanlığa ve ülkemize hizmet etmek mümkün. Bunun için gençlere güven vermeliyiz.” Yaman, güven vermek için gençler çapayı Yunus Emre gibi değerlere atmış ise başarılı olabilir, birlikte insanlığa faydalı bir ilke imza atmak için, “egosu küçük kalbi büyük insanlar yetiştirilmesi lazım,” dedi. Yunus’un bestelenen şu şiirini katılımcılara dinleterek ve aklı ve kalbi büyüten hayalleri güçlendiren bir organizasyon vurgusu yaptı.

Suyum alçaktan çekerim

Dönüp yükseğe dökerim

Görün ben neler çekerim

Derdim vardır, inilerim

Zirvede bir söyleşi ve bir güzel de müzik dinletisi sunan Fazıl Say gençlere önemli tavsiyelerde bulundu, “işinizi sevin, işinize âşık olun, her konserde ilk defa sahneye çıkar gibi heyecan duyuyorum, ben bir yeteneğin kiracısıyım, aileler yetenekleri keşfedip destek olmalı, usta ve çıraklar gelişimde çok önemli, hocalarım bana ailemden daha çok destek oldu,” dedi. Buradan çıkarılacak ders, ailelerin çocuklarını keşfetmek için daha fazla çabalaması gerektiğinin anlaşılmasıdır.

Say, “1000 saat kötü çalışacağıma 1 saat iyi çalışırım daha iyi, iyi donanım neyin doğru ve yanlış olduğunu bilmek için önemlidir. Hayaller Yolun yarısıdır, hayallerinizin peşinden gidin” tavsiyesinde bulundu. Dünya’yı dolaştığı halde Anadolu’dan kopmadığını ifade ederek, Anadolu kültürüne bağlılığa vurgu yaptı. “Ben elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Almanya’ya 17 yaşında gittim, daha sonra New York’a yerleştim. Kızım New York da dünyaya geldi. Oralarda küçük kasaba ve şehirlerde de konserler verildiğini gördüm ve “neden sanatımı borçlu olduğum Anadolu da yapmıyorum.” Diye düşünerek Anadolu’nun farklı illerinde konserler verdiğinden bahsetti. “Biz sanatçılar olarak Türk kültüründen besleniyoruz, ülkemize borcumuz var. Aşık Veysel, Nazım, Yunus Emre benim besteciliğimi besliyor” sözleriyle hem bir vefa hem de bir kadirşinaslık örneği sergileyerek gençlere vatanımıza hizmet etmek için ilham verdi. “Avrupa sanatta 2. Bir Rönesans’a ihtiyaç duyuyor. Türkler kendi DNA’larından yola çıkarsa yolumuz çok açık. Turnelere gitmek için İstanbul’da yaşamakla Avrupa da yaşamak arasında fark yok. Kendi kültüründen beslenmek içsel bir zenginlik, bütün maddi karlardan daha önemli olan bu. Sanatsız yaşayamam ve bunun için kültürümden beslenmem çok önemli” dedi. Yunus’a bağlılığını çarpıcı bir örnekle anlatan Say, “beni Yunus’a en çok bağlayan, Cemal Süreyya Yunus, Türkçenin süt dişleriyle ilk şiirlerini yazdı. Bir dilde yazılan ilk ve kalıcı şiirler, 700 yıl kalıcı olan şiirlerdi. Bunlar dervişler. Abdallar, adanmışlar, bütün şiirlerinde kendini feda edercesine sevgi ve Tanrı aşkı var. Doğu ve batı sevgi, saygı ve mütevazilik önemli bir yol gösterici” diyerek, değerlerin önemine çapa attı. Bu tavrıyla gençlere önemli bir ilham kaynağı oldu. “Bencillikle sanat olmaz, 100 bestem var fakat aslında hiçbir şey yapmadım ve her gün 101. Bestemi yapmak için yeniden başlıyorum. Her gün daha iyisi için çalışıyorum” diyerek çalışmanın önemine işaret etti.

Google Maps” kurucusu Lars Rasmussen,  YGA’lı gençlerle ilham veren girişimcilik hikayesini paylaştı. Girişimci olmak için iyi bir akademik arka planın önemine dikkat çekti. Bununla birlikte heyecan ve motivasyonun bir girişim kurmak için gerekli olduğunu ifade etti. Sıfırı tüketim çok güç durumda kaldıktan sonra harita projeleri yapan şirketilerini Google’a satarak Google Maps’i kurma hikayelerini anlattı. Gençlere azim, sebat, vazgeçmemenin sorunları çözmek ve girişimci olmak için çok önemli olduğu vurgusunu yaparken, “hazır değilseniz girişimcilik için acele etmeyin, birisinin takımına ortak olarak girerek tecrübe kazanabilirsiniz” dedi.

Kaan Terzioğlu (Group Chief Executive Officer of VEON Group), gençlere yararlı olacak tavsiyerde bulundu. Bu tavsiyerden en unutulmayacak olanları, “engel, sıkıntı lügattan silinmeli, risk almaktan çekinmeden çalışmalı,” sözleriydi. Hayata olumlu bakmanın ve en zor şartlarda yapılacak en zor işin insanın kendisini motive etmesi olduğuna vurgu yapan Terzioğlu hayata pozitip bakmanın ve olumlu düşünme stratejilerinin rolüne dikkat çekti. Pandemi döneminin olumsuzluklarına değil olumlu yönüne bakarak, “pandemi 10 yılda yapılamayanı 2 yılda hayata geçirdi. Teknoloji hayatın merkezine oturdu. Bunun faydalarını gelecek 10 yılda daha fazla göreceğiz ve bu olumsuz deneyim faydalı hale gelecek,” diyerek gençlere cesaret verdi.

Terzioğlu, “Engel, sıkıntı, ucuz, bedava kelimelerini lugatimizden çıkarmamız gerekir. Her şeye fırsat olarak bakmak gerek. Erken kalkın ilk bilgiye ulaşan siz olursunuz,” sözleriyle olumlu düşünmenin ve çok çalışmanın önemine vurgu yaptı. Aynı zamanda iklim krizi hakkında da önemli tavsiyelerde bulunan Terzioğlu, “iklim koruma çalışmaları ve kirletmemek çok önemli, fiziksel dünya kadar dijital dünyanın da bir iklim krizi olduğunu düşünüp orayı da temiz tutmalıyız. Dijital dünyayı da korumak için çalışmalıyız,” sözleriyle yine olaylara farklı bir açıdan bakara 360 derece düşünme tekniklerine bir örnek sundu.

Derya Matraş (Vice President Middle East, Africa and Turkey for Facebook), “gençlere en büyük tavsiyem, öğrenmeyi öğrenmeleri diyerek, 10 sene sonra ne tarz teknolojiler kullanacağını bilmediğimiz için yeni teknolojileri öğrenellim ve kendimizi geliştirmeyi sürdürelim,” diyerek öğrenmenin ve gelişmenin önemine dikkat çekti.

Zirvenin birinci gününü en dikkat çekici konu ve konuklarından birisi Mehmet Toner (Harward Medical Scholl) ve Gökhan Hotamışlıgil (Harvard&Sabri Ülker Bilimsel Araştırma Laboratuvarı), arasındaki söyleşi oldu.

Toner YGA’nın 21 yıllık geçmişine atıfta bulunarak, “gençler bugün atılımcı ve girişimci olmak istiyor fakat 20 yıl önce mühendis olmak istiyorlardı,” diyerek bu değişimin çok önemli olduğuna işaret etti ve olmayanı yaratmanın, ilki yaratmanın, gençlere önemli ufuklar açacağına dikkat çekti. Toner gençlere bir soru sordu, “karanlıkta yolunu bulmasını bilen insanlar hangi vasıflara sahip olmalıdır?” Bu vasıflardan en önemlisinin “Sezgi, (intuition),” olduğuna dikkat çekerek, düşünmeden düşünmenin gücüne sezgi denir,” diyerek, ABD’de büyük şirketlerin % 70 den fazlası ilklere imza atan şirketler tarafından kurulmuştur, Moderna, Apple, Tesla, zamanında küçük şirketlerdi, dedikten sonra, Dünyayı değiştirecek döneme gençler sayesinde geçeceğiz, “görevimiz geleceği tahmin etmek değil geleceği yaratmaktır,” sözleriyle gençlere gerçekten büyük bir ufuk çizdi. Toner, “Kroto 1967 yılında jeodezik kubbenin yapısından karbon 60 yapısına çağrışım yaparak sezgisi sayesinde 1976 nobel ödülünü aldı, Ronaldo’yu onu bir gün alıp sahaya götürüyorlar. Zifiri karanlık bir akşamda, köşe atışı yapıyorlar her seferinde topu gol yapıyor. Düşünmeden  ve yalnızca sezgisi ile hissederek. Sezgi zekanın en yüksek kademesidir, sonradan kazanılır, çok çalışarak kazanılır. Sürekli olarak hata yapmalısınız. Hata yapmak kadar güzel bir şey yok, hiç hata yapmayan insan hiç bir şey yapmayan insandır. Dünya eğitim sitemi hatayı cezalandıran bir eğitim sistemi. Hatayla arkadaş olun. Hatayla birlikte yaşamayı öğrenin. Hatayla barışık olun. 6 YGA’lı genç bilim seti hazırladı, ne işe yarar, gelişimci, girişimci, gelişimci, atılımcı insanlar yetiştireceğiz. Görmeyenlerin gözü projesini yapan gençler Denizli de. Zonguldak’tan Burçin ve Mehmet, güneş enerjisiyle dönen ev yapıyorlar. Bu gelişmeleri bilim setlerinin yardımıyla yapıyorlar. İdil ve Tulay Adana’dan “hayata yol ver” diye bir proje yapıyorlar, hastaneye gidemeyen ambulanslar için, risk alıyor, atılım yapıyor, sezgilerini kullanıyorlar ve ayakları yerden yükselmeye başlıyor. Bugün % 90  YGA’lı genç atılımcı olmak istiyor. İki kanatlı gençler kalp ve beynini kullanan gençler olmak istiyorlar.” Dedikten sonra, “ilklere imza atacaksınız, bunu yaparken iki kanatlı olmanızı iyi ve doğru düşünerek yapmanızı istiyoruz. Düşüp kalkın ve bunu başarmayı öğrenin,” tavsiyesinde bulundu. “senenin her yıl beklediğim en güzel günü bu konuşmayı yapacağım gündür” dedikten sonra gençlere, “sizi seven insanlar sizin risk almanzı istemeyen koruyucu insanlardır, fakat siz risk almaktan korkmayın” dedi.

Gökhan Hotamışlıgil, Refik Anadol ile birlikte büyük bir ortaklık kurduğunu anlattı. Hücrenin merkezine moleküler yolculuk projesini. Sağlıklı karaciğer hücresi ile obez ve sağlıksız karaciğer hücresinden küçük bir kesitinin (topluiğne başının 10 binde 1’i) fotoğrafını çekerek 3 boyutlu olarak canlandırmasını yaparak Venedik Bienaline davet edilen ilk bilim ve sanat projesine imza attılar.

M. Hotamışlıgil, “bugünlerde gerçeğin durumu nasıl,” sorusuna (M. Toner), şu cevabı verdi: “Dünya daki en heyecanlı şey gerçek, herkesten önce görmek. Gerçekle tanıştıktan sonra gerçek olmayanla uğraşmak imkansız hale geliyor. Gerçekle savaş yapılmaz. Gerçeğin kıymetini anlayıp onu el üstünde tutmak gerekiyor. Gerçek dışılıkla mücadele etmek gerekiyor. Bu savaşın zaferi yok, kazananı yok, hep devam edecek. İnsan gençliğinde hızlı gitmek istiyor. Hızlı gitmek için yavaş gitmek gerekiyor.” Toner, “kalbini ve beynini ayırma, hayatın gayesi ödül almak değil, insanlığığa yararlı olmaktır” diyerek yüksek bir ideali farklı bir şekilde ifade etti.

Hotamışlıgil, hücre boyutunda form ve fonksiyon ilişkisini ortaya koydu Refik Anadol ile birlikte bu formları sanata çevirdiğini anlattı.

Hotamışlıgil, “daha yapılacak çok iş var. İnsanları heyecanlandırmasasnız onlara iş yaptıramazsınız. Heyecanınızı ortak heyecan alanlarınızı bulmalısınız. Ortak heyecan alanlarını bulmak, o temeli kurmak, farklı ilgi alnalarını nasıl birleştirmek gerekir sorusunun cevabı,” diyerek “nasıl beraber yaşayacağız sorusunun cevabını bulduk, ilke imza atmak, biyoloji, mimari işbirliği muhteşem bir yenilik, diyerek hayallere sınır koymamak gerektiğini yaşayarak nasıl gösterdiğini” anlattı.

Hotamışlıgil, “sanat bana alçak gönüllü olmayı hatırlatıyor. Halbuki bakıp düşündüğün zaman hayat anlam kazanıyor. Biraz artistic perspektif başka bir şey görmeye araç oluyor. Farklı şeyleri birleştirerek farklı şeyler görebilmek gerekir. Beyin de bir adale, vücutla beraber beynin bütün adelelerini çalıştırmak.  Beynin farklı adelelerini çalıştırın (M. Toner). Prusya Prensi; Otomobil icadına karşı çıkmıştı. Araba gelip geçici bir hevesdir. At ise gelecektir diyordu. Ona inansaydık otomobil yapılamazdı (M. Toner). İster biyolojide ister müzikte çeşitlilik kadar zenginleştirici bir şey yok. Homojenleştirmek bir şeyin sonunu getirmektir. Bilimin kendi içinde de çeşitliliği getirmek gerekiyor. Kültürel çeşitlilik, insan çeşitliliği son derece önemli, çeşitlilik zenginliktir,” sözleriyle YGA’lı gençlere altın ve elmas kıymetinde tavsiyelerde bulundular. Gerçekten çok ilham vericiydi.

Prof.  Dr. Ger Graus Obe, “Çocuğa geçmişin bir parçası olarak davranmamalıyız. Kaç öğretmen çocukların ilk okul öğretmenine katkısı için karneden sonra teşekkür ediyor? Okul dışı deneyimleri çocuklara anlatmalıyız. Mesela, diyerek hayatın içinden vereceği örneklerle öğretmen hayata pencere açmalı. Hibrid öğrenmeleri eğitime dahil etmeliyiz. Öğretmenin öğrenmedeki yeni rolü üzerine çalışmalıyız. Öğretmenler proje geliştirme yöneticisi olmalı. Teknoloji, 60 yıl önce dolmakalemin oynadığı aynı rolü oynuyor. Öğrenciyi teknoloji ile dünyanın her yerine götürmek mümkün. Öğrencilere neden okula gidiyorsunuz diye sorduğumuzda, gitmek zorundayım diye cevap veriyorlar. Bu cevabı değiştirmeliyiz. Neyi neden yaptığını bilen öğrenciler yetiştirmeliyiz. Okulu, okulun dışındaki öğrenmeyle bağdaştırmalıyız.”

YGA zirvesinden akıllarda kalan elmas sözler:

  • “Ne mutlu gönlünün muradını bulanlara!” Doğan Cüceloğlu
  • “Benim olsun dünyasından, hepimizin olsun dünyasına geçiş yapıyoruz.”  Serdar Turan
  • “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi” Yunus Emre
  • “Dertlenmediğimiz sürece etkiyi oluşturacak ateşi yakamayız. Dünyayı değiştirecek enerjiyi bulamayız.” Serdar Turan
  • “Fikrinize değil , probleme aşık olmalısınız” Erhan Erkut
  • “Sporda bilim kullanmazsak sporcularımızın performanslarını değerlendiremiyor oluruz, başarının temel anahtarlarından biri bilimi kullanmak.” Göktuğ Ergin
  • “Egosu küçük kalbi büyük gençler olabilmek” Sinan Yaman
  • “Eğer önemli kararlar verirken aklınızın yanında kalbinizi de kullanırsanız doğru yolu bulursunuz.” Mehmet Toner
  • “Sizi gerçekten ayıran ne var ise atın gitsin,nasıl olsa kaybolup gidecek.” Yunus Emre
  • “Dünyadaki en heyecanlı şey gerçek. Bilim insanlarının ve sanatçıların yapmaya çalıştığı şey ise o gerçeği en çıplak haliyle görmek,göstermek.” Gökhan Hotamışlıgil
  • “Bir bilim insanı ile bir sanatçı arasında birçok ortak nokta var. Her ikisi de yaratıcılığın bağımlısı.“ Gökhan Hotamışlıgil
  • “Öğrenciyken yolumu aydınlatacak bir öğretmen olmaması sebebiyle, öğretmen olunca önüme çıkan her öğrencinin yolunu aydınlatmaya özen gösteriyorum.” Baran Tigan
  • “Dünyanın işleyişini anlamak her zaman merak uyandırıcıydı ve bir etki yaratmak istiyordum. Bilim, hayalimi gerçekleştirmeme olanak sağladı.” Sangeeta Bhatia

Lise’den üniversiteye kadar 500.000 genç üyesi olan YGA sivil toplum organizasyonunun başarı sırrını başta eğitimciler ve akademisyenler olmak üzere ebeveynler de araştırmalıdır. Böyle bir sivil toplum hareketine gençler acaba neden ilgi gösteriyor? Çünkü gençler keşfedilmek istiyor, yargılanmak ve ötekileştirilmek istemiyor. Gençler bilimin ışığında gerçeği bulmak istiyor. Umutla geleceğe bakmak, girişimci olmak, atılımcı olmak, merak duygularını keşfetmek ve hayallerini gerçekleştirmek istiyorlar. Bunu yaparken de önlerinde dünya çapında işler başarmış rol modelleri görerek geleceğe dair ümit ve cesaret topluyorlar.

YGA zirvesini organize eden gençleri, kurucusu Sinan Yaman’ı ve değerli katılımcıları tebrik ediyorum.

Özellikle de heyecanlı, ümitli ve enerji dolu gençleri kutluyorum.

YGA zirvesi ülkemizin ve insanlığın geleceği için bana büyük bir cesaret verdi.

Gençler örnek alabileceği rol modeller arıyor…

MEB, İnsan Kaynakları İsrafının Önüne Geçmelidir

Dr. Nadir Çomak

Sermaye, fiziki sermaye ve beşerî sermaye olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziki sermaye maddi varlıkları, beşerî sermaye ise beşerî kaynakları ifade eder. Her ikisinin de israf edilmesi doğru değildir. Fakat, fiziki sermaye insan tarafından kazanıldığı için beşerî sermayenin israf edilmesi daha büyük bir kayıptır. Yani insan para kazanır fakat para insanı kazanamaz, yetiştiremez ya da satın alamaz.

Millî Eğitim Bakanlığı merkez teşkilatı bünyesinde en az 2000 kişinin havuzda bekletildiği biliniyor. Yani, çeşitli kademelerde yöneticilik yapmış personel havuz denilen uygulamaya tabi tutularak hiç çalıştırılmadan maaş ödeniyor. Türkiye genelinde bu sayının 4000 kişi civarında olduğu söyleniyor. 4000 kişinin devlete aylık maliyeti kişi başına 7500TL maaş üzerinden hesap edildiğinde aylık 30.000.000TL ediyor. Yıllık olarak ise 360.000.000TL civarında bir maddi kaynak israf ediliyor. Bu işin maddi tarafı. Bir de insan kaynakları israfı var ki maddi kayıptan daha büyük bir zarar. Yetişmiş ve alanında uzman olan genel müdür, genel müdür yardımcısı, daire başkanı, il ve ilçe milli eğitim müdürlüğü, şube müdürlüğü yapmış onca yetişmiş insan gücü âtıl vaziyette bekletiliyor. Bu kişiler niçin tekrar daha önceki kadrolarına atanmıyor? Ya da niçin yararlı olabilecekleri başka kadrolarda istihdam edilmiyor?

Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer 20. Millî Eğitim Şûrası kapanış konuşmasında şu ifadeleri kulandı; “Bir tane millî eğitim sistemimiz var ve bu eğitim sisteminin çok daha kaliteli olması, sadece Millî Eğitim Bakanlığı olarak bizim değil, hepimizin görevi. Hakikaten eğitim bir mutabakat meselesi ve farklı görüşlerin tartışılabilir ve eğitimde Türkiye’nin çok farklı noktalarından gelen paydaşların bir araya gelebilir olması ülkemizde demokrasinin geleceği açısından da son derece umut verici.[1] Bu ifadelerdeki “mutabakat” kelimesine vurgu yaparak Sayın Özer’den ülkemizin zor zamanlar yaşadığı bu günlerde çok kıymetli eğitimcilerin havuz denilen âtıl kadrolarda pasif bir şekilde bekletilmesinin önüne geçmesini bekliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, devletini ve milletini seven her Türk vatandaşının yükseltmek istediği kıymetli bir varlıktır. Alanında yetişmiş, devletine yıllarca onurla hizmet etmiş ve hiçbir yüz kızartıcı suçu olmayan eğitimciler yeniden aktif kadrolara atanarak birikimlerinden istifade edilmenin önü açılmalıdır.

Ülkenin kalkınması ve toplumsal barışın sağlanması insan israfına son vermekle mümkün olur. Maddi kaynak israfını önlemek için yürütülen kampanyalar son derece önemli ve değerlidir. Fakat en büyük israfı önleme kampanyası nitelikli ve yetişmiş insan gücünün israf edilmesinin önüne geçmektir. Bu da atalet havuzunda bekletilen insanların boğulmasının! önüne geçmekle olur.


[1] https://www.meb.gov.tr/20-mill-egitim-srasinda-128-maddede-tavsiye-karari-alindi/haber/24741/tr

Kırka’nın Nüfus ve Yerleşme Özellikleri

Dr. Nadir Çomak

Türkiye nüfusu 1927 nüfus sayımında yaklaşık 13 milyon kişi olarak belirlenmişti. Savaş yorgunu bir ülkenin nüfusunun büyük bir kısmı kırsal kesimde yaşıyordu. Kırka köyü de Eskişehir ilinin Seyitgazi ilçesine bağlı bir köydü. Kümbet Kırkası olarak bilinen Kırka köyü 1930 yılında nahiye merkezi oldu. Kırka halkı 1960’lı yıllarına kadar geleneksel toplumsal yapının hâkim olduğu bir Anadolu yerleşmesi özelliği taşıyordu. Ağalar, Hocalar, Hacılar, Efeler toplum üzerinde etkili ve lider bir konumda bulunuyordu. Demokrat parti döneminin kudretli muhtarı Hasan Tepe (Küpeli) ve Muhtar Ahmet (Ahmet Özmutlu) bu geleneksel dönemin en son figürleri oldu. Daha sonra halkın yoğun isteği ile muhtar seçilen Raşit Çakır, Kırka’nın geleceği adına önemli değişim ve gelişim çabaları gösterdi.

Cumhuriyetle birlikte Kırkanın toplumsal yapısında meydana gelen en önemli değişim, toplumun geleneksel liderlerinin çocuklarının cumhuriyetle birlikte kurulan eğitim kurumlarında okuyarak cumhuriyetin hedeflediği aydın insan tipine dönüşme süreci olmuştur. Örneğin köyün imamı olan Kadir Hocanın oğlu Necati, köy enstitüsünden mezun olarak öğretmen olmuştur. Necati Erol Kırkanın toplumsal değişim ve dönüşümünün sembolü niteliğindedir. Kırkanın kasaba olması ile birlikte ilk belediye başkanı olarak kasabanın toplumsal dönüşümüne liderlik etmiştir. Necati Erol ve Seydi Ahmet Şen başta olmak üzere modern ve çağdaş öğretmenler sayesinde Kırkanın geleneksel yapısı değişerek modern bir cumhuriyet toplumu niteliği kazanmıştır. Bu kuşağın ardından öğretmen okullarından mezun olan genç öğretmenler gelmiş ve Kırkanın sosyal ve kültürel yapısını Cumhuriyetin kurucu partisinin ilkelerine göre yapılandırmaya çalışmışlardır. Bu sayede Kırka baskın olarak sosyal demokrat bir kimlik kazanmıştır.

Kırka bütün kırsal Anadolu yerleşmeleri gibi 1950’li yıllardan itibaren hızla yurt içine ve yurt dışına göç veren bir yerleşmeydi. Bu durumu 2000’li yıllara kadar bir müddet tersine döndüren süreç Kırka’ da bor madenlerinin keşfedilmesi ile başlamıştır. 1965 yılında Türk Boraks isimli bir şirket tarafından İngilizler adına işletmeye açılan bor madenleri 1971 yılından itibaren MTA tarafından yapılan etütler sonucunda Etibank tarafından işletilmeye başlamıştır. Bu süreç öncelikle Kırka nüfusunun önce geri dönmesine sonra da dışarıdan nüfus göçü almasına neden olmuştur. Bu nüfus değişimini aşağıdaki tabloları inceleyerek değerlendirelim (Tablo-1).

Nüfus196519701975198019851990
Seyitgazi261225562819291036003223
Kırka118823542500296435224090

Tablo-1 Seyitgazi ve Kırkanın nüfus tablosu

Tablonun incelenmesinden anlaşıldığı gibi Kırkanın nüfusu 1965 yılından itibaren hızla artarak 1980 yılında Seyitgazi ilçesinin nüfusunu geçmiştir. Bu nüfus artışı ile Kırka önce 1970’li yıllarda belediye yerleşmesi haline gelmiştir. Kırka’nın belediye merkezi olmasında ve Necati Erol’un belediye başkan adayı olmak için ikna edilmesinde Raşit Çakır büyük çaba sarf etmiştir.

İlk belediye başkanı olan Necati Erol (Koca Reis) Kırkanın gençleri üzerinde rol model olarak adeta devrimsel bir dönüşüm yapmıştır. Onu takip eden genç öğretmenler ve köyün gençleri dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak onu takip etmişlerdir. Kadir Hocanın oğlu Koca Reis Kırkanın geleneksel toplum yapısından çağdaş toplum yapısına dönüşümünün en bariz değişim figürü olmuştur. İlerleyen yıllarda Kırkanın ikinci belediye başkanı, Şevket İnce, Ekrem Çörez ve Selahattin Çörez de birer öğretmendi. Şevket İnce çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile her zaman ve takdirle anılmaktadır. Bu belediye başkanlarından ilk üçü sosyal demokrat bir geleneğe, birisi muhafazakâr bir siyasi geleneğe sahipti. Belediye başkanlarından geleneksel toplum yapısına ve muhafazakâr yapıya mensup iki belediye başkanı ise Bilal Ünal ve Salih Yıldırım olmuştur. Burada şu analizi yapmak yerinde olabilir, sosyal demokrat partilerin hâkim olduğu dönemde Kırka, aşırı özgüven sonucu muhafazakâr partilere karşı mesafeli olarak kalmış ve iktidarın nimetlerinden yeterince yararlanamamıştır. Böylece Seyitgazi ilçesi ilmi siyaseti iyi bir şekilde uygulayarak Kırkanın ilçe olmasının önünü açmamıştır. Bu durumun bir sonucu olarak denilebilir ki 1990’lı yıllarda Seyitgazi’den daha fazla nüfusa sahip olan Kırka bir türlü ilçe olamamıştır. Aşağıdaki tablonun incelenmesinden de görüleceği gibi 2000’li yıllardan sonra Kırka gibi Seyitgazi de hızla nüfus kaybetmiştir. En son büyük şehir yasasında yapılan değişiklik sonucunda Kırka mahalle statüsüne dönüştürülerek belediye merkezi olma hakkını kaybetmiştir. Bu değişimde Kırkanın ileri gelenlerinin muhafazakâr bir iktidar partisinin siyasi desteğini tam anlamıyla alamamasının etkisinin olup olmadığı konusu hala tartışılmaktadır (Tablo-2).

Nüfus2007200820092010201120162020
Toplam17.62417.21916.90016.22215.7831320312 844

Tablo-2 Seyitgazi ilçesinin nüfusu (2007-2020)

Kaynak: TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi,

Tablo 2’in incelenmesinden de anlaşılacağı gibi Seyitgazi ilçesinin nüfusu 2007-2020 yılları arasında 4780 kişilik bir nüfus kaybetmiştir. Yaklaşık olarak %26 oranındaki bu nüfus miktarı Eskişehir şehir merkezine göç etmiştir. Fakat bu göçün ilginç olan tarafı işçi göçü olması ve işçilerin hala Kırka’ da çalışıyor olmasıdır. Yani Kırka kendi topraklarında çalışan işçileri kendi sınırları içinde tutamamaktadır. Sadece Kırka değil Seyitgazi için de aynı durum geçerlidir.

Bugün Kırkanın eski yerleşme çekirdeği olan eski köy merkezi adeta terk edilmiş bir kovboy kasabası görünümündedir. Hacılar, Hocalar, Ağalar gibi köklü ailelerin neredeyse tamamı köyü terk etmiş durumdadır. Kırka’ dan her gün onlarca işçi servisi Eskişehir’e sabah akşam işçi taşımaktadır.

Yerleşmelerin tarihinde şehir merkezine yakın olmak bazı avantajlara sahip olduğu gibi birtakım dezavantajları da beraberinde taşımaktadır. Gelişen teknoloji ve eğitim imkanları insanların daha iyi şartlarda yaşamasını cazip kılmaktadır. Kırka bir maden kasabası olarak eski önemini kaybederken bu konuda yalnız da değildir. Seyitgazi ilçesi de şehir merkezine yakın olmaktan kaynaklanan nüfus kaybına uğramaya devam etmektedir. Yalnız Kırka ile Seyitgazi arasında şöyle bir fark vardır ki o da, Seyitgazi ilçesi halkının nüfus kütüklerini ilçelerinde bırakarak nüfus miktarının düşmesine izin vermemeleridir. Kırkanın belediye yerleşmesi kimliğini kaybetmesi nüfus göçünün artmasında hızlandırıcı bir etki yapmıştır. Kırka halkı birlik olsa da büyük şehir yasasını değiştirerek yeniden belediye merkezi haline gelebilmesi artık mucizelere kalmıştır.

Sonuç olarak, Kırka halkının genç temsilcileri ve işçi kardeşlerimizin zeki çocukları Eskişehir’de iyi bir eğitim alarak daha mutlu bir gelecek kurmaya çalışmaktadır. Bunu da fazlasıyla hak etmektedirler.

Eskişehir’de bir dernek çatısı altında buluşan Kırka efeleri eski kültürlerini yaşatmaya devam etmektedir. Bu da işin teselli edici hikayesi olarak kalabilir.

Kırka efeleri her şeye rağmen yiğit edaları ile zeybek oynamaya devam etmektedir. Başarılarını çocuklarının eğitim alanında yaptığı ve yapacağı büyük işlerle sürdüreceklerdir.

Kırka’nın kültürünü yaşatmak için genç eğitimciler ve genç yazarlar bu yazıdan ilham alarak bilimsel çalışmalar yaparak daha güzel araştırmalara imza atacaklardır.

Geleceğin Eğitimini Hayal Etmek

Dr. Nadir Çomak

Dünyanın çocuklarımız için yaşanabilir bir yer olarak kalması için eğitimin geleceğini ve geleceğin eğitimini yeniden hayal etmeliyiz. Çocuklarımızı, robotik teknolojilerin hâkim olacağı yeni dünyada robotların asla yapamayacağı becerilerle donatmalıyız. Çocuklarımızı bilginin hamalı değil yaratıcı fikirler üretebilen, girişimci, analitik düşünebilen, inisiyatif kullanabilen nitelikli insanlar olarak yetiştirmeliyiz.

UNICEF tarafından yayınlanan Responding to COVID-19 raporuna göre dünya çocukları hakkında çok sarsıcı ve üzücü bilgilere yer veriliyor. Bu rapora göre:

  • “2020 yılı sonuna kadar 142 milyon çocuğun daha parasal yoksulluğa düşeceği ve sosyal korumaya erişimden yoksun olacağı tahmin ediliyor.
  • Okulları kapalıyken her 3 okul çocuğundan en az 1’i uzaktan eğitime erişemedi ve 1,6 milyar çocuk ve genç okulların kapanmasından etkilendi.
  • Kadınların sağlık hizmetlerine erişme olasılığı veya erişimi daha az olduğu için 12 ayda 200.000 ek ölü doğum meydana gelebilir.
  • Düşük ve orta gelirli ülkelerde, sağlık hizmetlerindeki aksamaların ve artan yetersiz beslenmenin en kötü tahminlerinin bir sonucu olarak 12 aylık bir süre içinde 5 yaşın altındaki 1,2 milyon çocuk daha ölebilir.
  • En az 68 ülkede 1 yaşın altındaki yaklaşık 80 milyon çocuk hayat kurtaran aşıları kaçırabilir.
  • 2020 sonu itibariyle 59 ülkede mülteciler ve sığınmacılar, ulusal sosyal koruma önlemlerinin dışında tutuldu.
  • 5 yaşın altındaki 6,7 milyon çocuk önümüzdeki 12 ay içinde israftan mustarip olabilir; bu yüzde 14’lük bir artış, ayda 10.000’den fazla çocuk ölümüne neden olabilir- çoğunlukla Güney Asya, Sahra altı Afrika ve Afrika’da.
  • İlkokula başlama yaşının altında olan tüm çocukların tahmini yüzde 43’ünün (349 milyon) çocuk bakımına ihtiyacı var, ancak buna erişimi yok.
  • Şiddet önleme ve müdahale hizmetlerinin COVID-19 nedeniyle kesintiye uğradığı 104 ülkede 1,8 milyar çocuğun yaşadığı bir zamanda stres, hapsetme ve yoksulluk ciddi çocuk koruma riskini hızlandırıyor.
  • On yılın sonundan önce yaklaşık 10 milyon ek çocuk evliliği meydana gelebilir (UNICEF 2020).

Bu verileri dikkatle incelediğimizde çocukların temel haklarından olan yaşama, sağlık, barınma ve eğitim haklarından mahrum olduğunu görüyoruz. En doğal haklarına bile ulaşamayan çocukların durumunun düzelmesi için neler yapılabileceğini düşünmemiz gerekiyor. Eğitimciler ve eğitim araştırmacıları geleceğin eğitimini ve geleceğin dünyasını hayal etmek için daha fazla zaman kaybetmeden işe koyulmalıdır.

Geçtiğimiz hafta 1. İstanbul Eğitim Zirvesini takip ettim (1. İstanbul Eğitim Zirvesi, 2021) ve bu, kayda değer farkındalıklar kazanmak isteyenler için iyi bir fırsat oldu. Dünya’nın farklı üniversitelerinden eğitimcilerin katıldığı bu toplantıda eğitimin geleceği konuşuldu. Pandemi ile birlikte geleneksel eğitim yaklaşımlarının ortadan kalktığı ve yeni eğitim yaklaşımlarının konuşulur hale geldiği vurgulandı. Pandemi döneminin eğitimi yeniden geleceğe göre modellemek için önemli bir fırsat oluşturduğu üzerinde duruldu. Bu zirvede Fernando Reimers (Ford Vakfı Uluslararası Eğitim Uygulamaları Profesörü, Harvard Üni.), Pandmemi müfredatta yapısal bir değişim getirecek mi? Sorusunu şu şekilde cevapladı: “Pandemi okulların sosyo-ekonomik bağlamını değiştirdi. Neler yapabiliriz diye düşünme zamanı. UNICEF bu konuda 3 rapor hazırladı. Son rapora göre: toplum, ancak eğitim bileşenleri değiştikçe değişebilir. Eğitime 1000 feet yükseklikten bakarken şimdi BM insan hakları üzerinden eğitimi yeniden kurguluyor.

Küresel müfredat nasıl yapılandırılmalıdır” sorusuna ise şu cevabı verdi:

  1. Sürdürülebilir kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek ve
  2. Eşitsizlik ve fakirliği ortadan kaldırmak için çalışmak.

Reimers şu şekilde devam etti, “Birlikte yaşama kültürünü hayata geçirmeliyiz. 180 Beceride BM insan hakları beyannamesi lisede müfredata çevrildi. İklim değişimi ve eşitsizliklere odaklanmak gerekiyor. Küresel dünyada her bireyin haklarına saygı göstermek gerekiyor. Okulun dışında öğrenim nasıl yapılabilir. Fark yaratma becerileri nerelerdir. İnsan haklarının gerçeğe dönüşmesi için neler yapılabilir. İnsanların ne kadar savunmasız olduğunu bize pandemi gösterdi. Kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler yetiştirmek gerekiyor. Sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin öğrencilere aktarılması gerekiyor. Sürdürülebilirlik müfredatın şekillendirilmesinin anahtarıdır.” Zor zamandan geçen dünyamızca dirençli, dayanıklı ve esnek bireyler yetiştirmemiz gerekiyor. Bu konuda eğitim zirvesinde konuşan Bem Le Hunte (Prof. G. Director of Teaching and Learning Ünv. Of Tecnology Sydney), “17 Farklı disiplinin bir arada çalıştığı bir eğitim tarzı üzerinde çalışıyoruz. Bilgi almak yeterli değil. Sosyal girişimcilik, sosyal değerlerin anlaşılması çok önemli. Bireyselleştirilmiş eğitimi esas alınmalı. Yarışmacı ve sıralayıcı değil, işbirlikçi öğrenmeyi öncelemeliyiz.” Sözleriyle disiplinler arası çalışmalara ve çocukların bireysel farklılıklarına dikkat çekti.  B. Franklin’in “Ya birlikte var olacağız ya da ayrı ayrı asılırız” sözüne atıf yaparak, “Doğaya karşı sorumluluklarımız var ve bu sorumluluklarımızı hep birlikte yerine getirmezsek hep birlikte yok olacağımızı ve yaratıcılık becerilerinin önemini, girişimcilik ve dayanıklılık ve esneklik gibi kavramların üzerinde durmanın önemini” vurguladı.

“Eğitimin Geleceği” oturumunda Antony Seldon (Former Vice-Chancellor ünv. Of Buckhingam) “Okullar çocukların kafasına zorla bilgi sokuyor, yeni öğretim modelleri araştırılmalı. Bir öğrenci ne zaman en iyi öğrenir, gece mi, gündüz mü, hafta sonu mu? Kütüphanelerin ömrü doldu. Öğrenciler 5 tıkla bilgiye ulaşıyor. Neden kütüphaneye gelsinler ki? Yeni eğitim tasarımları geliştirilmeli.” Diyerek önemli konu başlıklarına dikkat çekti. Yeni eğitim modelleri geliştirilirken teknolojik gelişmelerden yararlanmakla birlikte çocukların bireysel farklılıklarına göre eğitim tasarımı yapmanın ve kütüphanelerin bir müze haline gelmesine dikkat çekilmesi oldukça ilginç kabul edilebilir. Bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı günümüzde kütüphanelerin rolü ve yeni formları halihazırda yeniden kurgulanmalıdır.

Andreas Schleicher (Eğitim ve Beceriler Başkanlığı Direktörü, OECD), “Yalnızca akademik başarı yeterli değil. Farklı insanlarla birlikte yaşayabilmeli ve birlikte başarmayı öğrenmeliyiz. Ağaçları değil ormanı görmeliyiz.” Diyerek insanlığın birlikte yaşama kültürünün ilkelerini uygulayarak sorunlara birlikte çözümler bulmaları gerektiğini ifade etti.

Pasi Sahlberg (Eğitim Politikaları Profesörü, New South Wales Üniversitesi), “Çocukların ve gençlerin okul ve eğitim tasarımında düşüncesi alınmalıdır. İklim değişimi gibi konularda öğrencilerin kendi bulundukları sistemlerde daha çok söz sahibi olmasını isterim.” Diyerek öğrencilere alacakları eğitim ve yaşayacakları dünya hakkında daha fazla söz verilmesi gerektiğini vurgulaması önemliydi. Çünkü geleceğin dünyasında yaşayacak olan çocukların alacakları eğitimden yaşayacakları dünyaya kadar her alanda düşünceleri alınmalıdır. Aksi taktirde çocuklara ulaşmak imkânsız olacak derecede zorlaşmaktadır. Aynı konuya vurgu yapan Sir Anthony Seldon (Eski Rektör Yardımcısı, Buckingham Üniversitesi), “Gelecekte, çocuklar okulların nasıl olacağı konusunda fikir sahibi olmalıdır. Yöneticiler karar verme konusunda çekingen davranabiliyor. Eğitimin bütün bileşenlerinin söz sahibi olduğu ve etkileşimli ve eğlenceli bir okul sistemi kurmalıyız. Hep birlikte geleceği çoğunluğun kararına göre şekillendirebiliriz.” Derken okulun bütün paydaşlarının katılımının önemine dikkat çekti.

Bem Le Hunte (Eğitim Profesörü, Öğretme ve Öğrenim Direktörü, Sydney Teknoloji Üniversitesi), Pandemi sonrasında önümüzde bekleyen devasa sorunlar karşısında “İşe yarayan bir sistem bulana kadar denememiz gerekiyor. Kişiye göre özelleştirilmiş eğitim tasarlamalıyız.” Diyerek gelecek için yeni eğitim modelleri geliştirmenin önemine dikkat çekti.

Dünya Pandemi ve sonrasını böyle görüyor. Türkiye’den dünyaya baktığımızda eğitimciler ve akademik alanda araştırma yapan araştırmacılar olarak çocukların geleceği için geleceğin eğitimini ve eğitimin geleceğini yeniden hayal etmeliyiz.

Gelecekte yapay zekanın ve robotların hâkim olacağı bir dünyada bilgisayarın yapamadığı ve asla yapamayacağı becerileri belirleyerek bu becerileri çocuklara kazandırmalıyız.

Modası asla geçmeyecek olan ve makinaların asla yapmayı başaramayacağı, sevgi, saygı, merhamet, vicdan, anlayış, nezaket, iyilik, girişimcilik, yaratıcılık, şefkat gibi değerlerimizi beceriye dönüştürerek çocuklarımıza kazandırmalıyız.

Yarın çok geç olmadan harekete geçmeliyiz.

Eğitimin geleceğini ve geleceğin eğitimini yeniden hayal etmeliyiz.

Kaynakça

1. İstanbul Eğitim Zirvesi. (2021). İstanbul: Maarif Vakfı. https://www.istanbuleducationsummit.com/ adresinden alındı

UNICEF. (2020). Responding to COVID. New York: UNICEF. 28.11. 2021 tarihinde https://www.unicef.org/media/100946/file/UNICEF%20Annual%20Report%202020.pdf adresinden alındı


Warning: Undefined array key "sfsi_mastodonIcon_order" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 175

Warning: Undefined array key "sfsi_mastodon_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 268

Warning: Undefined array key "sfsi_snapchat_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 277

Warning: Undefined array key "sfsi_reddit_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 274

Warning: Undefined array key "sfsi_fbmessenger_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 271

Warning: Undefined array key "sfsi_tiktok_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 265
error

Websitemi Beğendiniz mi? Başkalarının da faydalanması için paylaşır mısınız? :)

Email Gönder
Whatsapp